5 Şubat 2019 Salı

Bazenler...

Bazen,
Hayatın içinden bir şeyler paylaşan birinin paylaştığı konuyla ilgili uzun uzadı cümleler kurup bakınca gördüğüyle ilgili methiyeler dizdiğine şahit oluyorum.
Asla kıskanmıyorum.
Ama imreniyorum.
Gerçekten.
Ne hoş bir göz, ne temiz bir kalp diyorum.  Bir de kafa rahat olunca kalp ve beyin koordineli çalışabiliyor tabi.
Baktığını görmek bir lütuf...

Bazen,
Takip ediyorum insanları. Bende kendimden bir şeyler paylaşıyorum. Listem de hep en sevdiğim, beni de sevdiğine inandığım insanlar var çünkü. Ama bazen bir bakıyorum, o sevdiğine inandığım insanlar öyle güzel dalgaya alıyorlar ki insanı... heralde karşısındakini aptal sanıp kendini çok akıllı sanıyor insanoğlu...
Hayat gerçekten çok garip.
Bu kesim de beynini ve kalbini koordineli kullanıyor. Kalp kötü, kafa karışık...

Evet hayat zor.
Bazı insanlar çok kötü.
Kimseye 'güvenme' diye de tembihledik kendimizi.
Peki mutluluk
Samimiyet
Muhabbet
Bunların hepsi yok oldu.
Kayboldu.
Bazen neyin daha önemli olduğunu düşünmeye gerek yok aslında. Doğru tek. Yanlış çok.
Sen kendini değiştirmezsen bu dünya değişmiyor.
Ve bakıyorum da bazen hiç bir şey değişmiyor...



20 Ocak 2019 Pazar

Deniz Feneri Koyu - Kimberley Freeman

Bu kitabı uzun zaman önce okudum.
Bloğumda göremeyince şaşırdım açıkçası :)
Halbuki yazdım diye hatırlıyordum.
Meğer okuduğum zaman, yazmaktan uzak kaldığım zamanlara denk gelmiş.


Ben bir Kimberley severim.
Kır çiçeği tepesini çok sevince ikinci kitabını da almış, alır almaz okumuştum.
Eğer yorgun bir zamanınızdaysanız, biraz dinlenmeye ve kafa dağıtmaya ihtiyacınız varsa Kimberley Freeman doğru bir tercih oluyor.
Kitapları işe yarıyor.
Yine birbirinden farklı iki karakter.
100 yıl öncesi... 100 yıl sonrası...
Kökleri geçmişe dayanan kuyumcu bir ailenin mutsuz gelini Isabella'nın hayatı.
Ve günümüze dayanan Libby'nin yaşadıkları.
Isabella ve Libby'nin yaşadığı kayıplar.
Sanırım üzerinden zaman geçtiği için kitabın dedikodu kısmına geçmekte zorlanıyorum.
Aslında bu tür kitaplar da üzerinden zaman geçince olayları ve kişileri hatırlamak zor olabiliyor fakat ilginçtir ki, ben olayları da kişileri de gayet hatırlıyorum ^^

Neyse, dedikodusuna girmeyince detay da vermemiş oluyorsun.
Kısaca, tavsiye ederim.


28 Aralık 2018 Cuma

Yaz Kızım

Ah şu blog…
Ne güzel bir dünya.
Bazen açıp geçmişin tozlu raflarını karıştırıyorum.
Yayınladıklarım dan çok taslaklarım.
Sürekli bir şeyler karalamış, altını-üstünü çizmiş durmuşum.
Ama iyi ki yazmışım.
Bazen dönüp bakmak da iyi geliyor.
İleri dönük hayaller kurarken, yaşadığımız hayatın içine bir kaç iz bırakmak keyifli bir his doğrusu.
En çok da kendine, kendini unutturmamış oluyorsun.

Mesela en son ne zaman sinemaya, tiyatroya gittiğimi unutmuştum.
Hangi fimleri izlediğimi,
En son hangi kitabı okuduğumu,
Buraya bakınca hatırladım.
Kendime ne kadar ara verdiysem, hatırlamam zaman aldı.
Ama iyi geldi.

Artık en çok şunu diyorum kendime, yaz kızım.


23 Aralık 2018 Pazar

Hayata Dön - Gülseren Budayıcıoğlu

Artık uyarma gereği duymuyorum, çünkü spoilere yer vermiyorum.
Özellikle Gülseren Budayıcıoğlu'nun kitaplarında spoiler vermek kitapları okuyacak olan kişilere büyük haksızlık olur.


Yazılanların bir kurgu olmaması, yaşanması... yaşayan kişinin yaşadıkları...
öncesi, sonrası hepsi çok etkileyiciydi gerçekten.
Alâ'nın hayatı bambaşka ama Süreyya'nın ki de çok farklı değil.
Acaba Süreyya'nın geçmişinde neler vardı? diye düşünmeden edemedim.
Bu kadar sevgisizliğin altında kim bilir neler vardır.

Aslında çok şey söylemek istiyorum ama... Sadece şunu söylemeden geçmek istemiyorum. Dizi sadece kişilerin isimlerini almış. Kişiliklerine dokunmamış. En azından buraya kadar. Tam bu hafta dizi de ki sahne de Esma sultanın hastalandığını öğrendiklerinde, acaba buradan sonra mı başlayacak kitapla bağlantı diye düşünmüştüm fakat yine olmadı. Kitabın sonunu merak ettiğim gibi dizinin sonunu merak ediyorum şuan.


5 Aralık 2018 Çarşamba

Günahın Üç Rengi - Gülseren Budayıcıoğlu

(spoiler içermez)
Listem de şu sıralar Gülseren Budayıcıoğlu'nun kitapları var.
Elime alıyorum, fakat bırakamıyorum.
Öyle içten, öyle samimi ki yazar okumak çok iyi geliyor.
Kitabı okurken en çok da, sanki çayımızı kahvemizi almışız Gülseren hanım bana olayları anlatıyormuş gibi hissediyorum.
Bu his çok hoş.
Her zaman, her kitapta olmuyor.
Anlattıklarının bir kurgu değil, gerçek hayatlardan alıntı olduğunu düşündükçe yazılanlar insanı daha çok etkiliyor.
Her defasında şimdi ne olacak acaba diye çeviriyorum sayfaları.
Ve her defasında yok artık dedirtiyor.

Yine kitaptan bahsetmemek için kendimi zor tutuyorum.
Çok etkilendim.
Gülseren Budayıcıoğlu'nun bir kitabına daha başladım.
Hayata Dön.
Hani şurada bahsettiğim, dizisini izleyince kitabını okumayı sevmiyorum ^.^ dediğim kitabı.
Demek ki çok da büyük konuşmamak gerekiyormuş.
Çünkü yazarı çok sevdim.
Ayrıca şuan ne yazsa okurum, o dereceyim :)

14 Kasım 2018 Çarşamba

Beklemek

Bazen öyle bir zaman geliyor ki; dur diyorum kendime, bir nefes al bakalım neler oluyor.
İzle.
Öncelikle benden beklenen her şeyi iyi veya kötü- az yada çok yaparken benim beklediğim şeylerin askıda olduğunu görüyorum.
Bazen -neyse -diyor, bazen de -neden?- diye soruyorum.
Çünkü diyorum, ''sana öğretilen hiç bir şeyin içinde -ben- kavramı geçmiyordu, bilmiyorsun." bildiğin yoldan gidiyorsun.
Aferin, devam et! de diyemiyorum.
Bi süre itiraz falan ediyorum.
Kısa sürüyor.
Hamurumda yok.
Öyle alışmışım ki, hastayım, tedavi olmalıyım, farkındayım, ama kendime zamanım yok!
Garip bir dünya.
Bazen çığlık atmak istiyorum.
Bazen sadece sessizce yürümek.
O da olmuyor.
Tüm ruhumu sessizlik kaplasa da bedenim bir türlü bu sessizliğe uyum sağlayamıyor.
Programlanmış gibiyim.
Gelip geçen zamanın farkındayım.
Ama sesim çıkmıyor.
Çok kalabalığım.
Ama aynı zaman da çok yalnız.
Söyleyeceğim çok fazla söz, karmaşık cümle, bulutların üzerini kaplayan hayallerim var.
Ama hepsi bir köşede bekliyor...
Çünkü beklemek benimle öyle bütünleşmiş ki...
Gittiğim her yerde var, ama kimse görmüyor.
Evet, umma ki küsmeyesin.
Evet, kimseden bir şey bekleme!
Tırnağın varsa...
Ama, biz de bu dünyaya ağaç olarak gelmedik ya dimi yani demek istiyorum...
Neyse.
Bazen yazmak iyi geliyor.



Bugünlük söyleyeceklerim bu kadar...
İyi günler dilerim.

2 Kasım 2018 Cuma

Kral Kaybederse / Gülseren Budayıcıoğlu

Gülseren Budayıcıoğlu ile ilgili bildiğim tek şey, İstanbullu Gelin dizisinin konu edindiği ''Hayata Dön'' kitabının yazarı olması.
Bir de kitabı okuyunca diziyi izlemeyi sevmiyorum, diziyi izliyorsam kitabı okumak istemiyorum.
Diziyi izlediğim için Hayata Dön kitabını da merak etmemiştim.
Hafta sonu bir arkadaşımla görüştüm, elime Kral Kaybederse kitabını verip sadece -mutlaka okumalısın... dedi...
(Çok seviyorum bu yaklaşımı)
Ben olsam tutamam çenemi :) Bir yandan kitabı verir, bir yandan da uzun uzun anlatırım falan ^.^
Arka kapak yazısına dahi bakmadan başladım okumaya.
Kitap o kadar güzeldi ki.
Sayfaları hep bir merakla çevirdim.



Nasıl güzel yazılmış...
Ne garip hayatlar var...
Hayat ne garip...
Kitabı elime alacağım zamanları kovaladım durdum.
Sonunu merak ettiğim için hem hemen bitsin istedim, hem de hiç bitmesin...


Aslında uzun uzun konuşasım, kitabı anlatasım var ama bu sefer yapmayacağım.
Çünkü bu kitap okunmayı hak ediyor.

İyi günler dilerim...

31 Ekim 2018 Çarşamba

Ekim Ayı Geçmeden



Ekim ayını diğer aylara nazaran daha çok seviyorum. Mâlum #benimayım :)

Aylar, yıllar geçti ömrümden hayatının en çok hangi zamanını sevdin deseler -tam da şu anı, derim. Yaş aldıkça yaşlanıyorum kısmına gözlerimi kapatıyorum. Geçmiş denilen şey acı, tatlı geldi geçti. Artık saymıyorum.
Ama en büyük duam sağlık, varlık.
Bunu insana hayat mı öğretiyor, zaman mı öğretiyor bilmiyorum ama artık yaş aldıkça bazı şeyler daha normal geliyor...
Bir zaman sonra, içimde ki iyiliklerin değil ama beni savunan duygularımın geliştiğini, yapmam dediğim şeyleri yaptığımı... aklıma gelmeyip başıma gelen şeyleri yaşadığımı gördüğüm zaman... evet, yaşlanıyoruz... diyorum.


Neyse...
Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar :)
Yine görüşelim inşallah Ekim ayı ^.^





1 Ekim 2018 Pazartesi

Ruh ve Tembellik

Üzerinden epey zaman geçti,
Bir arkadaşım heyecanla bir etkinlikten bahsetmişti.
Katılmak istemediğimi söylediğimde ise, ruhun mu tembel senin? demiş zihnimin köşesine yer etmişti.
Bu soru kendimi sorgulama sebeplerimden biridir.
Ruhum bazen tembel,
Bazen yorgun,
Bazen mutluyken mutsuz,
Bazen de mutsuzken mutlu olabiliyor.
Ama bunların hiç biri elimde olmuyor.
Bende herkes gibi zaman zaman feleğin çemberinden geçip silkeleniyorum.


Tam da şuan kendimi sorguladığım zamanlardan birindeyim.
Yıllardır değişmeyen gerçeklerimden biridir pazar gününü pazartesi gününe bağlayan geceler.
Uyuyamam.
Tembellikten mi derseniz, hiç değil.
Ama ruhun huzursuzluğundan, yapılan haksızlıklardan, insanlarla mücadele etme isteğimin olmayışından.
Hayatı zorlaştıran insanlar uyurken benim uykumun kaçması ruhumun azmi değil de ne?

Neyse...
Zamanı geri alamıyorduk değil mi...

16 Eylül 2018 Pazar

Cumba Çocuk

Ankara da yaşayanlar çocukla gidilebilecek alan kısıtlılığını çok iyi bilir. 
Oturduğumuz muhit çevresinde alışveriş adına binlerce yer bulabilirken aktivite/eğlence olarak görmek istediğimiz yerler maalesef ki sınırlı. 
En azından bizim yaşadığımız çevre öyle. 


Tesadüfi olarak kızımla evden çıkıp ne yapacağımızı bilmediğimiz bir zamanda google yardımıyla geldik Cumba Çocuğa. 

Gerçekten çok iyi geldi.
Çocuğu avm dışında eğlenebileceği etrafta ona zarar verecek şeyler olmadan, rahat rahat gezebileceği geniş mi geniş bir alana getirmiş olmanın mutluluğu ile paylaşmak istedim. 



Rahatlıkla çayımı içerken kızım alanı keşfetmenin tadını çıkardı. Ayrıca benim de görmemi istediği şeyleri yanına çağırarak paylaştı.


*(Bu davranışı; ah benim zekâsını anasından alan akıllı çocuğum! gibi değil de, onun mutlululuğu benim mutluluğum.. olarak algılamanızı rica edeceğim :))




Samimi, güler yüzlü, sıcak insanların bulunduğu güzel bir ortam. Cumba Çocukla ilgili öğrenmek istediğiniz her türlü soruyu bıkmadan cevaplıyorlar :) Raflar, sandalyeler, koltuklar hepsi çocuğumuzun rahatlıkla ulaşacağı boyda. Mekan sahipleri hem çocukları, hem de aileleri düşünmüş. Keyifli ve güvenli.
Ayrıca bir saat ücreti 15 TL olan hem fiyatı uygun hem temiz, hem de güvenli bir oyun alanı bulunuyor. Kütüphane/kafe kısmını çok sevsem de oyun alanını görmeden geçemedim. Malum önümüz kış...


Bir de haftalık, aylık etkinliklerinin olduğunu öğrendik. Atölyeleri, ev yapımı pastaları, kekleri, çayları ile tam bir aile ortamı. Web siteleri, www.cumbacocuk.com buradan da bakabilirsiniz.

Şunu da belirtmek isterim ki,
Bu paylaşım evet bir reklam.
Ama karşılıksız.
Cumba çocuk sahiplerinden habersiz.

Bizim gibi arayış içinde olan, fakat böyle bir yerin varlığından haberi olmayanlar haberdar olsun diye...

Herkese iyi haftalar.


16 Mayıs 2017 Salı

Beklemedeyiz

Uzun bir ara verdikten sonra yazmak en zoruymuş.
İnsan nereden başlayacağını bilemiyormuş..
Buraları çok seviyorum.
Uzaklaşmak hiç iyi gelmedi. Aslında yazdıkça kendime zaman ayırıp, önce kendimle bir şeyler paylaşıyor muşum ki bu çok daha kıymetli.
İnsan aynı anda her şeye yetemiyor.. yetişemiyor da...
Burası benim için durak yeri gibi, yazmadığım karalamadığım zamanların eksikliğini hissettim desem yalan olmaz..

Çalışma hayatı.
Evlilik.
Aile.
Şimdi de minik bir kıpırtı var içimde...
Henüz adını koyamadığımız tatlı bir heyecan,
Çoşkulu sesler var.
Hayırlı, sağlıklı, sıhhatli bir şekilde karşılamayı ümit ettiğimiz minik bir kalp...


#37hafta 
#beklemedeyiz
^.^


23 Aralık 2016 Cuma

Huzursuz Ruhum

Bazen her şeye ve herkese küsesim geliyor.
Tüm kapıları kapatıp oturasım...
Sonra bir zaman geliyor, biraz hava almalıyım diyorum... o da uzun sürmüyor.
Hayatlar, yalanlar, dolanlar, sahte gülümsemeler, samimiyetsizlikler hepsi sanki seçmece gibi bir bakıyorum etrafımda.
Ama kaçacak yerim, gidecek bir köyüm yok... olsa da yok.
Uzun zamana bağlayacağım yokluğumun tek sebebi etrafımdaki huzurlu insanların huzursuzluklarıdır. Boşuna üzülmeleri, benim buna dayanamam, sonra küsüp herkese-her şeye kapılarımı kapatma istediğimde oradan geliyor... ama velhasıl elden bir şey gelmiyor.
Ruhum huzursuz..
Kalbim en mutlu olması gereken zamanda çok mutsuz.


Böyle zamanların geçmesini istediğimde, bir otobüse binip saatlerce yolculuk etmek, nefes almak istediğim zaman da, müsait bir yerde durur musunuz... demek istiyorum...

11 Ağustos 2016 Perşembe

Ben Bilmem

Hani bazen bir adım atacak oluruz.
Ölçeriz.
Tartarız.
Kendimize göre en olurunu buluruz.
O sırada biri gelir ve hayır der.
Bak böyle yaparsan şöyle olur.
Şöyle yaparsan eğer böyle...
Sonra ise hemen şu lafını ilave eder; "bak sonra ben demiştim demeyeyim".
Ben bilirim, ben demiştim gibi başı "ben" ile başlayan sözler ne kadar da tehlikelidir esasında değil mi...
Bir kere insana en büyük hatayı "ben" ile başlayan sözler yaptırır.
Ben dedikten sonra senin ne istediğinin önemi yoktur.
Doğru bir tanedir ama herkesin doğrusu "ben" dedikten sonra kendinedir.
"Ben" ile başlayan en güzel cümle ise "ben bilmem" dir.

Hepsi bir yana bir de şunu anlamam:
Ben demiştim diyen insan neden dediği olduğu zaman mutlu olur da dediği olmadığı zaman mutsuz?


3 Ağustos 2016 Çarşamba

Size Bir Sır Vereceğim

Evet yine çok akıllıca bir kitap adıyla karşı karşıyayız :-)
Görür görmez insanın bulutçuklarının havada uçuşmasına sebep oluyor.
Ama esas kitabı okumamdaki en büyük sebebe gelecek olursak, içinde suyun mucizesini konu alan bir hikaye yer alması.
Suyun moleküler yapısını, hassaslığını, negatif-pozitif elektrik ayrımı yapabildiğini biliyoruz.
İnsanın ruhaniyetinden dahi etkilenebilen bir nimet.
Aynı zaman da bizim maddi, manevi duygularımızı da etkileyen bir nimet.
Şifası yanında mucizevi bir çok durumu da içinde barındırıyor.
Öyle ki, suyu ne kadar çok sevdiğimi saatlerde susmadan anlatabilirim :-)


Peki kitabı?

Kitabı sevdim.
Çünkü ayrıntıya boğulmayı sevmiyorum.
Anlatılanları o an oradaymış gibi okumayı seviyorum.
Ayrıntıya çok fazla girilmesi olay örgüsünden uzaklaştırıyor.
Öyle hissediyorum.
Yazar bu duruma eminim beni ve benim gibileri düşünerek dikkat etmiş :-) o yüzden sevdim.
Su hakkında ne öğrensem, ne okusam, ne duysam mutlu olduğum için ziyadesiyle doyurmadı belki ama tatmin etti.
Ayrıca sadece su-dan da değil, Niyâzî-i Mısrî'den de bahsediyor ki sıradaki yayınımda yaşam hikayesine ayrıntılı bir şekilde yer vereceğim.


İşin özü, tavsiye ederim :-)

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Karmaşa

Köşeye sıkışmış gibiyim.
Etrafımda ki insanlar bir şeyler olsun diyor.
Benden bir cevap bekliyor.
Bense dudaklarımı kıpırdatacak kadar dahi gücümün olmadığını hissediyorum.
Cevap vermek için konuşmaya gücüm yok ama düşüncelerimi hiç konuşmadan dinleyecek birine anlatmaya ihtiyacım vardı, yazarak rahatlayacağımı düşündüm.
Şimdiyse klavye elimde ama nereden başlayacağımı bilmiyorum.
Yarını görmek, yarına ulaşmak nasip olursa, yarından sonrasının nasıl ilerleyeceğini de bilmiyorum.
Bilmezlikler içinde kaybolmuş olabilirim.
İç sesimi susturmayı hiç bu kadar çok istememiştim.
Acilen kendime kavuşmak istiyorum.
En büyük duam önce sağlık, mutluluk ve selamet.
Hem ülkemize, hem kendime, hem kendimize....







15 Temmuz 2016 Cuma

Selfie/Özçekim'den Sonra...

Türk Dik Kurumu çok fazla kullanılmayan öz çekim kelimesi için yeni bir öneri sunmuş.
GÖRÇEK.
Türkçemizin ne kadar değerli olduğu tartışmaya kapalı bir konu.
Fakat telefonu ele alınca, hadi bir selfie çekinelim demek daha kolay.
Hadi bir öz çekim yapalım, demek güzel.
Ama bir görçek aynı hissi uyandırmıyor.
Aksine..
Bana nedense Melih Gökçek'i hatırlatıyor :)
Aslında öneriler arasında "ön çekim" de varmış.
Keşke onu öne sürselermiş.
Ön çekim kulağa daha hoş geliyor.



Neyse esas Obama'nın bu fotoğrafını görünce beni bir gülme alıyor ki sormayın :)))

21 Haziran 2016 Salı

Snapchat

Amcalarım, kuzenlerim, bilumum akrabalarım tam bir facebook bağımlısı adayı olduklarında facebook hesabımı kapatmıştım.
Bayramdan bayrama görüşebildiğimiz insanlarla, hatta hiç görüşemediğimiz, yolumuza çıksa -aa merhaba diyecekken yolunu değiştiren ve yüzünü çeviren arkadaşlarımızın listemizde var olması ne saçma değil mi...
Yanlış anlaşılmasın.
Arkadaşlarımı ve akrabalarımı çok seviyorum sadece sosyal medyanın onlara veya bana kattığı samimiyetsizliği sevmiyorum.
Öncelikle bana kendimi özel hissettirmiyor.
İnsan sıfatına yakışan en güzel duygulardan biridir samimiyet.
Bana vefasız olduğumu söyleyen, aramadığımdan, sormadığımdan yakınan insanların samimiyetsizliğini de sevmiyorum.



Özgür olduğum sosyal medyaları seviyorum.
Bu sıralar en çok snapchat'e takıldım.
Biraz benden, biraz da o küçük dünyamdan.
Ama en önemlisi samimiyetle..


Snap adım, instagram adım hep aynı: dndnbgne


20 Haziran 2016 Pazartesi

Yaseminsel Mevzular 2

Kısa bir süre uzak kaldım buralardan.
Ne var ne yok diye bakmaya geldim ama kendimi tutamayıp bir kaç kelam edeyim dedim.
Vaktiyle NFK'nın kitabında okuduğum bir söz vardı.
Çok severim.
''Belaya uğradığın zaman sabret
Halinden mahluklara şikayet etme
Merhametliyi merhametsize şikayet etmiş olursun!''
İnsan okuduğunu veya dinlediğini nasıl anlamak isterse öyle anlıyor.
Bazen doğru anlıyor, bazen yanlış.
Ama esasen anlıyor.
Küçük bir hastalık yaşadım.
Aslında hastalık değil, sıkıntı.
Sıkıntı da değil, üzüntü.
Adı bende vardı, sonradan yok oldu.
Üzüldüm.
Kalbim kırıldı.
Fakat yalnızca imtihanıma sahip çıkıp tevekkül ettim.
Kalbi kırıkların duası kabul olurmuş.
Bu ümitle sadece sustum.
Kalbimi kıranları Hz. Allah'a havale ettim.
Ve sonra, sadece dua ettim.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Emri Olur

Mekke de Vahşi adında bir köleye..
Bir gün efendileri, zengin olmak istemez misin? ey Vahşi diye gelirler.
Vahşi; canım dışında ne isterseniz kabul, der.
Kölenin sahipleri ondan Hz. Hamza'yı öldürmelerini ister.
Savaşlara zırhsız giden cesur Hz. Hamza'ya Vahşi'nin mızrağından çıkan bir ok saplanır.
Uhud savaşında Efendimiz (s.a.v)'in amcası Hz. Hamza şehit olur.
Gün gelir, zaman geçer...
Efendimiz (s.a.v) inen üç ayet delili ile Vahşi'yi Müslümanlığa davet eder.

Vahşi Taif'de Müslüman olur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in kapısına gelir.
Şehadet etmeye geldim, şahitlik et.
Beni yıldızlarından say der..
Peygamber Efendimiz (s.a.v) cevap verir...
Gel ama şöyle sesin uzaktan gelse...
Gözlerimiz gözlerimizi uzaktan deyse...


Sonrasında Resulullah (S.A.V) vefat edecekti…
Mescit öksüz,
Mescit yetim,
Mescit sahipsizdi sanki,
Hazreti Vahşi söz vermişti ya yaklaşamıyordu mescide
Sanki Resulullah (S.A.V) hep oradaydı.

Ve bir gündü…
Hazreti Vahşi mescit arkasındadır,
Yine üzgün,
Gözleri yaşlı,
Özlüyordu çünkü
Dokunamamıştı Resullah'a (S.A.V) ya…

Ve o dem bir ses yükseliyordu
Vahşiii…!
Ne bekliyorsun? Mescit seni bekler,
Gir artık mescide,
Sanki zaman durmuştu,
Sanki mekan yok olmuştu,
Vahşi huzurdaydı..
Sonra Vahşi'nin halini anlatan bu eser hasıl olur...

Taş bassın yerime dedi gönlüne..
Emri olur başım gözüm üstüne..

Bakmasın demiş birdaha yüzüme..
Emri olur inansın bu sözüme..

Almasın demiş adımı diline..
Vay ben ölem atsın toprak üstüme..


Vahşinin imtihanı da böyleymiş.. diyebiliyoruz ama ne nasip, ne nasipsizlik değil mi...


10 Mayıs 2016 Salı

Masum Görünen Boyama Kağıtları

Geçenlerde bir arkadaşımın çocuğu boyama kağıtları çıkarmamı istemiş.
Barbie, winx, vidya tinkerbell falan yazmış minicik elleriyle, annesi aracılığı ile göndermiş.
Karakterleri Google'da aratınca şok oldum!



Şöyle düşündüm bir an.. çocuğum olsa ve böyle resimler boyasa çok utanırım.
Saçım açıkken cama dahi yaklaşmıyorum çünkü.
Yeni bir kıyafet giyiyorsam uygun olup olmadığına defalarca bakıyorum.
Kendimi olabildiğince korumaya çalışıyorum.
Ama düşünün..
Bu resimleri ve karakterleri 7-12 yaş aralığı çok seviyor.
Bu karakterlerin kırtasiyelerde kalem, silgi not defterlerinde ve bir çok eşyada baskıları mevcut.
Her yerdeler.
Resmen çocuk yetiştirmenin, anne baba olmanın zor zamanlarında mücadele veriyor bir kesim.
Bir kesimde ne olduğunu anlayamadan çocuğu başka dünyalara farklı hayatlara kapılıp gidiyor.
Toplum olarak bazı şeyleri meşrulaştırıyoruz.
Sonra eksiklerimizin, nasipsizliklerimizin nereden geldiğini bulamıyoruz.



9 Mayıs 2016 Pazartesi

Hafta-Sonları

Evlendikten sonra kendime hiç zaman ayıramaz oldum.
Hayır, asla şikayet etmiyorum.
Binlerce kez şükür!
Sadece...
Eskiden ayaklarımı uzatır saatlerce otururdum,
Sonra evi bırakıp kapıyı çeker gezmelere giderdim.
Şimdi durum tamamen değişti.
Bazen siz hiç gezmiyor musunuz?
Bir yerlere gitmiyor musunuz? diye soruyorlar.
Hayır efendim! yok öyle bir dünya diyorum boynumu bükerek..
Biz esas evlendikten sonra gezmemeye, hatta mümkün oldukça evde zaman geçirmeye gayret gösteriyoruz.
Çünkü hafta içleri bitmeyen ev işlerimiz, yetişmeyen yemeklerimiz oluyor.
En azından hafta sonları hafta içi hazırlığı yapıp biraz rahatlamaya çalışıyoruz.
Yani öyle hem çalışan, hem bir kaç tane çocuğu ve evi tertemiz olan kadınlar genelde mucizevi, veya da çok zengin oluyorlar :-)
Milli piyango çıkması hayalimiz olmadığından vede ne eşimin nede benim mısır da dedemiz bilumum amcamız, dayımız olmadığından şimdilik hafta sonlarımızı böyle değerlendiriyoruz :-)
Evlendin sen artık? ne bekliyordun diyenler burada da olursa, ki olabilir.
Cevabım yine aynı olur, bu kadarını beklemiyordum :-)


4 Mayıs 2016 Çarşamba

Zimem Defteri

Osmanlı zamanında zimem defterleri olurmuş.
Zenginler Ramazan ayında tebdili kıyafet hiç tanımadıkları yerlerde tenha gördükleri dükkânlara gider, zimem defteriniz var mı? diye sorarlarmış.
Onlarda çıkarınca defterin başından şu kadar kişi, veya ortasından, yada sonundan diyerek hiç tanımadıkları insanların borcunu öder kim olduklarından bahsetmezlermiş.
Giderken de; "Allah kabul etsin" der çeker giderlermiş.



Borcunu ödeyen kimin borcunu ödediğini,
Borcu ödenen de kimin borcunu ödediğini bilmezmiş.
Sırf Allah'ın rızasını kazanmak ve ihtiyacı olanın sıkıntısını gidermek amacıyla,
karşılık beklemeden, gösterişten uzak, verebilmenin Allah'ın lütfu olduğunu bilerek verenler buna şükrederlermiş.


Çok güzel bir adet...
Şimdilerde de inşallah uygulanıyordur.
İnşallah bizlere de uygulamak nasip olur.

3 Mayıs 2016 Salı

Kandil

Latince'ye Candela, Arapça'ya Kındil, Türkçe'ye Kandil olarak gelen bu kelimenin çok güzel bir geçmişi var.
Henüz elektriğin bulunmadığı kutsal gecelerimizde Cami minarelerinde ve mescitlerde kandil yakılırmış. Böyle gecelere o zamanlardan ''kandil gecesi" denmeye başlamış.
Daha sonralarında ise halka şeklinde tatlılar dağıtılıp insanlara ikram edilmiş.
Zamanla bu tatlı yerini simide bırakmış ve Osmanlıdan bize miras olarak kalan simit günümüze taşınmış.
Kandil aydınlatmadır ve aynı zamanda aydınlanmadır da..
Esasında önce insanın iç dünyasını, sonra dış dünyasını aydınlatır.



Kandilimiz mübarek olsun !

21 Nisan 2016 Perşembe

21.04.2016

İş yerinde kimseyle çok fazla iletişim kurmayan.
Konuşmayan,
Görüşmeyen,
Kendi halinde takılan bir beyefendi tarafından ziyaret edildim.
Gerçekten çok şaşkınım.


Ve gerçekten çok mutluyum..
Sadece insan olduğum için.
Çıkar gözetilmeden.
Yaptığı işle ve yaptığım işle hiç bir alakası olmayan.
Hiç bir karşılık beklenmeden çay eşliğinde yapılan kısa bir sohbet öyle mutlu etti ki....
Samimiyet nasiple gelen bir duygu kesinlikle.


*Şüphesiz şu hayatta insanın en çok insana ihtiyacı var.





7 Nisan 2016 Perşembe

Halil İbrahim Bereketi

Vaktiyle Halil ve İbrahim isminde iki kardeş varmış.
Halil evli ve iki çocuklu, İbrahim ise bekârmış.
Ortak tarlalarında yetiştirdikleri mahsulü her yıl iki pay edip hasatlarıyla geçinirlermiş.
Yine bir yıl harman yaptıkları buğdayı ikiye ayırmışlar.
Halil taşımak için çuval getirmeye gittiğinde hasadın başında bekleyen İbrahim, abisinin geçimi kolaylaşsın diye kendi payından abisinin payına biraz daha ilave etmiş.
Sonra Halil gelmiş.
İbrahim'e; haydi önce sen taşı ambara, demiş.
İbrahim gittikten sonra Halil;
Kardeşim bekâr, evlenip evini kuracak, onun daha çok ihtiyacı var, diye düşünerek kendi payından biraz daha ilave etmiş.
Ve kalan gidenin payına ilave etmeye devam etmiş.
Akşamın karanlığı çöktüğünde bakmışlar ki hasatları azalmak yerine çoğalıyor.
Hak Teâlâ'nın hoşuna gitmiş bu davranışları.
Öyle bir bereket gelmiş ki, kendileri de şaşırmış.



Bu hikayeyi çok severim.
Elhamdülillah, ailem en büyük şükür sebeplerimden.
Ne zaman ablama veya anneme gitsek kesemiz dolu geliriz.
Orada pişen, haneye giren muhakkak bize de düşer.
Bizim de onlara elhamdülillah.
Eşimin ailesinden de aynı şeyleri görünce çok mutlu oluyorum.
Allah razı olsun.
Onlarda bizim gibi düşünüyor.
Allah herkesin kesesine, evine, kazancına, ruhuna Halil İbrahim bereketi versin inşallah.


Ayrıca, şükür sebeplerimiz de bereketli elhamdülillah.
Biriktirdikçe çoğalıyor :-)

5 Nisan 2016 Salı

Alışveriş Rejimi

Bazen alma işini abarttığımı düşünüyorum. En azından eşim bu konu da kesinlikle böyle düşünüyor ☺ Özellikle düğün arifesinde ihtiyaç olan olmayan herşey fazlasıyla alınıyor. Alınan bazı şeyler de uzun bir süre kullanıma uygun oluyor. Peki alma olayı evlendikten sonra bitiyor mu? Kesinlikle hayır. Biz ihtiyaç diye düşündüğümüz şeyleri bir kenara alıp almaya tekrar devam ediyoruz. Ne garip değil mi..

Almanın sonu yok.
İhtiyaç oluyor israf.
O kadar gereksiz eşyam var ki eve sığamıyorum.
En azından bana çok fazla geliyor.

Bugün avm de gezerken bilumum indirim afişlerine gözlerimi kapadım. Artık almaktan sıkıldım. Tüketime bahane bulmaya gerek duymuyorum. İyi geliyorsa, hava almak da iyi geliyor..



Ve bugün itibariyle bir rejime başladık. Kitap, gıda, temizlik hariç ihtiyaç dışı hiç bir şey almamaya karar verdik. Hem israftan sakınma hem tasarruf etme fikri eşime daha çok cazip geldi ☺

Hedefimiz 6 ay inşallah kararımızda sabit kalır rejimi bozmayız ☺



24 Mart 2016 Perşembe

Çalışmak Güzelmiydi?

Lise yıllarımın başlarındaydım.
Bir gün yakın komşumuz, bir işten bahsedip hafta sonları çalışmak isteyip istemediğimi sordu.
Ve her şey o zamandan sonra başladı.

Kendime böyle bir kötülüğü nasıl yaptığımı hala anlamıyorum. Önce yarı zamanlı başlayıp, hafta sonları, yaz tatilleri derken 3 yılımı hem çalışıp hem okuyarak geçirdim.

Çalıştığım sürede çok fazla zorluk yaşasam da bir kere isteyip elde ettikten sonra işi bırakmaya gururum el vermedi :)
Hem ben; annesine babasına kıyamayıp, kazandığını babasının kesesine koyan küçük bir kızdım hep ^^ Sonuçta annemde en çok, Allah kesene bereket versin, diye dua ederdi :-)

Liseden sonra başladığım okul, değiştirdiğim bölüm derken hem okul hem iş ağır geleceği için bu sefer sadece okulla devam ettim.

Bir gün derste hocamız; bir iş yerinden, güvenirliğinden, fakat sadece yol ve yemeğini karşılayacağından ama işi güzel bir şekilde öğreneceğimizden bahsetti. Teklif güzel geldi. Hemen elimi kaldırdım. Sonuçta erken yaşta işi öğrenecektim neden istemeyecektim ki? Sonra arkama bir baktım, benden başka isteyen yok ^.^

Hocamın referans olduğu yerle gittim görüştüm.
Okul biter bitmez işe başladım.
2 yıla yakın çalıştım.
İşi öğrenmeme rağmen, bir türlü ilerleme kaydetmeme müsaade etmeyen iş yeriyle yollarımı ayırma kararı aldım.

Hiç iş aramadan işe yerleşen ve iş aramayı bilmeyen biri olarak uzun bir süre evde zaman geçirdim :) Ve bu zamana kadar çalışmayı bir türlü sevmedim.
Ama kendimi hep çalışmak zorundaymış gibi hissettim.
Bu nasıl bir çelişkidir hala anlamış değilim ^^



Evet hala çalışıyorum.
Şuan ki iş yerimde 2. yılımı tamamlamak üzereyim.
Bu iş yerim kamuya hizmet veren taşeronları kapsadığı için, ben de bir taşeron olduğum için şu sıralar en çok duyduğum şey, inşallah siz de kadro alacak olanlara dahil olursunuz! oluyor.

Allah razı olsun diyorum. Düşünüyorlar. Ama benim tarafımdan düşünemiyorlar. Çalıştıkça ihtiyaç artıyor. İnsan kesem genişledikçe genişlesin istiyor. Yetinmek varken nefis hep daha fazlasını arzuluyor.

Şimdi ki çalışmamın en büyük sebeplerinden biri de budur.
Bir nevi kapitalist sistemin göz göre göre kurban olanlarından sayıyorum kendimi.
Almanın sonu yok!
Peki ilerisi,
Kendime yetemiyorken,
Bir ailem, eşim, evim varken onlarla geçirmem gereken en güzel zamanları çok daha farklı yaşıyorum.

Eskiden çalışmak zorundaymışım gibi, Allah'ım hayırlı kapılar açsın, hayırlı işler nasip etsin, hayırlı insanlarla karşılaştırsın derdim dualarımda.. Ne kadar yanıltmışım kendimi.

Şimdi daha fazla geç kalmadan farkına vardığım yanlışları düzeltmeye çalışıyorum..


Allah her şeyin hayırlısını versin..

4 Şubat 2016 Perşembe

Firik

Kısaca yeşil buğday denilen bir tahıl türüymüş.
Ayrıca bulgura eşdeğer faydaları da varmış.
 
Bazen değişik tatlar denemeye ihtiyacım olduğunu hissediyorum.
Girişimde de bulunuyorum.
Fakat yine bazen ne yazık ki sonuç alamıyorum.
Firik pilavı da denemek istediğim bir tattı.
 
2 kişilik ölçülere göre,
 
Biraz zeytinyağına, küçük bir soğan doğrayıp kavurdum.
Ardından 3 tane yeşil biberi doğrayarak kavurmaya devam ettim.
Yarım su bardağı doğranmış domates ilave ettikten sonra,
Yarım su bardağı firik,
Yarım su bardağı bulguru karıştırdım.
 
 
Yapım aşamasında sıkıntı olduğunu düşünmüyorum ^.^ (burası özgüven patlamasının yaşandığı nokta, sanarsın mutfakta on numarayım:))
Eşimle birlikte sadece şuna kanaat getirdik.
Damak tadımıza hiç uymuyor.
Güzel evet ama piştikten sonra değişik kendine has bir kokuya sahip oluyor.
 

Esasında çok hevesle yapmaya başlamıştım ama firik maceramız böylelikle burada sona erdi :)

28 Ocak 2016 Perşembe

Hayat Karmaşası

Geçen gün akşam üzeri dolmuşa bindim.
Arka koltukta orta yaşlarda bir çift oturuyordu.
Biraz ilerledikten sonra bayanın telefonu çaldı.
Belli ki yoldan gelmişlerdi ve telefondaki oğlu önce -sizi kimse almaya gelmedi mi? diye sordu.
Annesinden, kimsenin gelmediği cevabını aldıktan sonra ısrarla evine davet etse de, annesi, -yok yavrum yok kuzum gelemeyiz çok yorulduk diye oğlunu kibarca geri çevirdi. Hatta o kadar ısrar etti ki telefonu bir ara torunları aldı bu sefer de küçük çocuk davet etti.
Anne yine kabul etmedi.

Esas mevzu baba, beni en çok etkileyen o oldu.
Beyefendi eşi telefonu kapatır kapatmaz başladı kızmaya,
-Bir de utanmadan sizi kimse almaya gelmedi mi? diyor, öküz!
-Sanki bizim ondan başka kimimiz var.
-O gelmezse kim gelir.
ve esas son sözü
-o kadar bencil bir çocuk ki, kaç yaşına gelirse gelsin değişmez böyle hep bencil kalır.

Bencil olmak zor gerçekten.
Kötü yani.
İnsan hayatta hep kendisi için yaşamamalı.
Sevdiklerinin değerini, kıymetini hayattayken bilmeli.

Allah her şeyin hayırlı olanını versin.



Not** Özellikle dinlemedim bu çifti fakat sessiz sakin dolmuşta ben ve diğer yolcular ister istemez kulak misafiri olduk ^.^

19 Ocak 2016 Salı

Vazelin

Karosen ticareti yapan Amerikalı kimya mühendisi petrol kuyularında kimyager olarak çalışmaya karar verir. Bu nedenle petrol kuyularına yatırım yapar. Sondaj kulesini incelerken Rod Wax olarak bilinen sondaj platformunun yataklara girişini sağlayan yapışkan maddeyi keşfeder. Bu maddenin işçilerin çalışmasını engellediğini ama aynı zamanda ayaklarında ki yaraların daha çabuk iyileştiğini görür. Bir miktar alıp laboratuvarında inceler. Yüzde yüz doğal ve cildi koruyan vazelini keşfeder.

Dönem koşullarıyla, at arabasına yüklediği vazelin numunelerini New York eyaletine dağıtır. Ardından köşeyi döner :)

Yaz kış ellerim çok kurur.
Kokusunu sevdiğim tüm kremleri kullanmışımdır ama babam her defasında, yapma etme evladım vazelin kullan diye de uyarmıştır.
Baba lafı dinlenir tabii.
Başladım kullanmaya.
Cidden fark etti.
Yalnız geçenlerde vazelin kullandığımı gören arkadaşım içinde petrol atığı var dediğinde zararlıdır diye düşünüp bırakmıştım başta ama araştırınca vazelinin bulunuşu çok hoşuma gitti. Hem doğal hem de çok faydası var.
Hem de kokusu çok güzel :)

Kalbimin kırılan yerlerinden onarılmak isterdim.  İzi silinsin, yaralarım görünmesin. Hafızam yerinde dursun ama beynimin içi sussun isterdi...