Kendimden... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kendimden... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eylül 2012 Pazar

Değişen Zaman mı?

Selamlar Sevgili Blog Sakinleri :) Nasılsınız...
Bayramdı, düğündü derken bana göre uzun bir süre olmuş yazmayalı.
Buralara uğrayacak vakit bulmuşken size bir merhaba! demek istedim.  Hatta gelmişken içimi dökmek :)

Aslında zamanın aynı zaman olduğu fakat insanların bu zaman kavramının hızına ayak uyduramayıp davranışlarında gerçekleşen değişikliğin arkasına saklandıkları ''zaman'' ile şuan içinde bulunduğumuz ''zaman'' aynı zaman mı acaba?
Herkes aynı ''zaman'' kavramından mı bahsediyor?
Yoksa zaman veya zamanlama kavramı kişiden kişiye değişebilen birşey mi?

Sanırım bu aralar kabuğumdan çıkıp dış dünyaya açılmanın ruhumda yarattığı en büyük duygu karmaşası bu oldu.
Zaman aynı zamanken, insanlarda gerçekleşen değişikliğe alışmak zor olacağa benziyor.
Ne demek istiyor acaba bu kız {acaba ne saçmalıyor?} diye düşünen olabilir. Ben kendi dünyamda bu kadar karışmışken, dışarıdan anlaşılabiliyor olmam zor...

Misâl..
Dedikodu ne kadar artmış etrafta. İnsan sırtını dönünce neden hemen çekiştirmeye başlarlar ki.
Böyle mi rahatlıyor acaba insanoğlu. Benim yanımda birbirlerinin arkasından atıp tutan insanlar, ben arkamı dönünce bana neler diyorlardır Allah bilir! demeden edemiyorum kendimi.
Birde şunu anlayamadım doğal olarak
Arkasından demediğini bırakmayıp, yüzüne gülenleri,
Karşısındaki insanın iyiliğini istemeyenleri,
Bizde düşe kalka büyüdük ne olmuş yani demeye getirenleri,
Adamına göre diyolar ama bence parasına göre muamele edenleri,
Allah'ım sen bilirsin.

Daha neleeer neler varmışta benim iyiki de haberim yokmuş.

Velhasıl kelâm Rabbim bizi nefsimizle başbaşa bırakmasın. Verdiği bu güzel elleri vicdanımıza koymayı nasip etsin.

Umarım bir sonraki postumda, içimi dökmek yerine bol neşeli satırlar yazabilirim sizlere..
Hayırlı günler ve gecelerimiz olsun inşAllah.
Sevgiler ve selâmlar herkese :)

13 Mayıs 2012 Pazar

Çıkrıkçılar Yokuşu..

Ankara'da en sevdiğim yerlerin başında Ulus semti gelir. Tarih kokan farklı bir havası vardır Ulus'un.
Kalabalığı dışında herşeyi çok güzeldir bence..
Hacıbayram Camii ve türbesi ile zaten gönlümün sahibidir Ulus :)

Ben birde yaşlıları çok seviyorum hele ki kalbindeki nuru, güzelliği yüzüne yansıyan yaşlı teyzeler ve amcalar olur ya, işte onlara bayılıyorum. Rabbim sayılarını arttırsın inşAllah öyle kalbi güzel, yüzü güzel insanların.

Hatırlarsınız büyük ihtimalle Ankara'nın tarihi yerlerinden biri olan çıkrıkçılar yokuşunda geçen aylarda büyük bir yangın çıkmıştı. O yangını söndürmek zaman almış ve bir çok dükkan yanmış, yanmayan dükkanlarda sular altında kalmış 7 iş yeri kullanılamaz hale gelmişti.
Kışın son soğuk günlerini yaşayan Ankara'da bir çok insan işsiz kalmıştı. Habere ulaşmak isterseniz, buraya tıklayabilirsiniz..

Biz genelde yıllardır çorap çamaşır alacağımız zaman gider çıkrıkçılar yokuşundaki Hacı amcamızdan alırdık. Onunla tanışmamız yıllar önce gerçekleşen güzel bir tevafuka dayanıyor. Güler yüzü, bu zamanda insanlara olan güveni, o yaşa sahip olmanın vermiş olduğu saygı, sevgi, hoşgörü... belkide bilmediğimiz, sayamadığımız bir çok güzel özelliği barındırıyor ruhunda.

Hep güzel insanlarla karşılaşırız inşAllah..

Biz o yangından sonra hiç gitmemiştik o taraflara, hiç yolumuzda düşmemişti..
İnsanoğlu neleri unutmuyor ki değil mi..
O yangın aklımızdan uçup gitti, bugün Ulus'a inmişken hadi birde Hacı amcanın olduğu tarafa gidelim dedik.
Anneme; bak köşeyi dönüyoruz ondan sonra Hacı amcanın dükkanı orada dedim.
Köşeyi geçince birde baktık ki binalarda dükkanlarda yok..
Meğer çıkan yangında yanan 7 dükkandan biri Hacı amcanınmış :(
İnsanlar ellerinde olan ürünleri satmak ve geçim derdini azaltmak için çadır gibi bir yöntem kullanmış şimdilik yollarına o şekilde devam ediyorlar.
O çadırın altında Hacı amcamda var tabi.
Şimdi yağmur olmasına rağmen sıkıntıları yok çok şükür ama yaz bitince, kış kendini göstermeye başlayınca yollarına bu şekilde devam etmeleri çok daha zor olacak gibi görünüyor... 

Bu bir sınavdı onlar için, ama her sınavda olduğu gibi sorular sıkıntılar en zor olanlarındandı.
Rabbim herşeyin en iyisini bilir şüphe yok tabi ama insan elinden birşey gelmeyince ve o insanları öyle görünce çok üzülüyor..

Rabbim ahiret hazırlığı olan sınavlarımızı hakkıyla eda edenlerden olmayı nasip eder inşAllah.

Nt:Birde bu post sadece içini dökme postu oldu. Bloğun olmasının en güzel nimetide bu olsa gerek...

Herkese hayırlı ve mutlu pazarlar inşAllah..







17 Mart 2012 Cumartesi

Cumartesi Sohbeti ve Münib Engin Noyan!

''Yol, yanlızca yola çıkmadan evvel ve yola çıkamayanlar için uzundur!''
Münib Engin Noyan ile tanışmak, sohbetini dinlemek ve feyiz alabilmek günün bereketlerle dolu olduğunun bir göstergesi oldu.


O kadar hoş sohbetli bir insan ki zamanın nasıl geçtiğini anlamadım diyebilirim. Kitaplarında da konuştuğu gibi yazdığı için okumak gayet keyifli.


Engin Noyan'ın yabancı kökenli olduğunu ve hristiyanlıktan müslümanlığa döndüğünü zannediyordum ki kimse sormadan kendisi cevap verdi. 'Siz bilmessiniz ben genç ve yakışıklıyken sadece kimliğinde dini İslam yazanlardandım...' hanımı dahil olmak üzere tüm çevresi koministmiş.


 'Ben emekli kominstlerdenim!' şeklinde tanıtması salonda bulunan herkeste tebessüm oluşturdu :)
Sayfamda her zaman duran Kasas Suresi'nin 56. Ayet-i Kerime'si o an aklımdan geçen ilk Ayet oldu.


Hocanın ciddi duruşunun yanında,


Ve renkli kişiliğinin arkasında deri ceketinin saklı olduğunu görmek mümkün :)


Çok sevdim sohbetini hatta doyamadım diyebilirim, inşAllah bir daha ki sohbetine katılmak nasip olur.


Sohbetin sonunda payıma düşen ilk imzalı kitabım :)


Ve bugün dinlemeye doyamadığım şarkı.

Herkese keyifli, sağlıklı ve mutlu hafta sonları...
:)


4 Mart 2012 Pazar

Kuğulu, Ördekli, Köpekli Park

Karlar yağdı ve güneşin yüzünü göstermesiyle azda olsa etraf yavaş yavaş temizlenmeye başladı. Ben kış mevsimini çok seviyorum, tabi montsuz ve botsuz minikler görünce bu sevgim yerle bir oluyor. Mendil satan, ayakkabı boyayan minikleri saymıyorum zaten onlar ayrı yürek burkuyor. Onların işi para kazanmak değil, okula gitmek, sıcacık evlerinde oturup ders çalışmak, oyun oynamak. Sokaklarda mendil satıp, ayakkabı boyamak değil. Kısa ve öz bir cevabı var tabi bu büyük sorunun: ''Hayat şartları'' bu içimde bir yerlerde ama'sı bol olan bir yara o yüzden daha fazla deşmeden resimlerle devam ediyorum...

Soğuk havalarda beni cezbeden yerler genelde Hacıbayram, Kocatepe, Kuğulu Park oluyor.


Kuğular o kadar asil, o kadar kendilerinden eminler ki hayran olmamak elde değil.


Etrafına onca insan toplansa yine de ona verilen o muhteşem asaletten ödün vermiyor, tüm güzelliğiyle etrafa kendini hayran bırakmayı başarıyor.


Kuğular hakkında kısa bir araştırma yapıyım dedim ve öğrendiğim bir özellikleri çok hoşuma gitti. Ömürleri süresince yanlız ve yanlız bir eşleri olurmuş. Ahh ah asil hayvan bunlar yahu :) Bir kez daha hayran kaldım kendilerine.


Hayvanları bende çok seviyorum ama mümkünse uzaktan :)
Annesine poz verme pahasına gidip köpekciğin elinden tutan çocukta ki cesarete ba-yıl-dım...


Köpekcikte bayılmış olmalı ki çocuk yanından ayrılır ayrılmaz gözleri onu aradı :)


Tabi o sempatik tavırları görüntülemek isteyenler geç kaldı :) Köpek, çocuk yanından ayrılınca poz vermekten vazgeçti :)




Kuğuların yanı sıra birde şirin mi şirin ördekler vardı. Hepsi birbirinden güzel ve o kadar güzel yaratılmışlar ki sizi veren Allah'a kurban olunuurr :) diye sevesi geliyor insanın :)


Suda yüzmeleri, karda yürümeleri hepsi birbirinden güzel...



Yemek adası olsa gerek
Hepsi o kadar sakin bir güzellikle paylaşıyorlar ki onlara verilen nimetleri, o benim o senin yok hepsi bizim diyerek paylaşıyorlar.


Ve kışın en güzel karelerinden biri. Allah-ü Teâla yarattığı her varlığı korur, kollar aç bırakmaz, herkesin bir rıskı vardır bu dünyada az ya da çok.
Bizim evin yakınında ki parkın yanından geçerken donarak ölen kediyi görünce amcanın Allah'ın en sevgili kullarından olduğunu düşündüm.
Rabbim onu vesile kılmış bu güzel olaya MaşAllah.


21 Şubat 2012 Salı

Doyumsuz muyuz yoksa uyumsuz muyuz?

Bizi biz yapan, farklılaştıran, özel kılan bazı özellikler taşımaktayız. Hayattan farklı isteklerimiz, farklı beklentilerimiz var. Her türlü kötüden ve kötülüklerden korumaya çalıştığımız bir kalbimiz var. Öyle bir zaman da yaşıyoruz ki gördüğümüz bir iyiliğin arkasından kötülük bekler olduk.

Belki de hayallerimiz iki odası olan bir ev ile başlıyor, sonra o hayalimiz gerçek oluyor. Kavuşuyoruz evimize. Yaşıyoruz, alışıyoruz ve bir zaman geçiyoruz. Ve sonra bir gün diyoruz ki 'ben artık daha büyük bir evde yaşamak istiyorum!' . İsteklerimizin, hayallerimizin ve beklentilerimizin değiştiğini görüyoruz. İki yıl önce kavuşmak için günlerce beklediğimiz ve tamda o hayalimiz gerçekleşmişken vazgeçmek neden? Neydi bizi değiştiren? Doyumsuz muyuz? yoksa, uyumsuz muyuz?

Öncelikle kendimize sormamız gereken soruların içinde: Ne için yaşıyorum, hayata geliş amacım ne, ne istiyorum, ne kadar istiyorum ve en önemlisi kimden istiyorum? soruları mevcut. Belki de sıralamada bir hata yapıyoruz. Öncelikle kimden istiyorum sorusunu sormalıyız kendimize. Ve devamı ne için yaşıyorum... ile gelmeli.

Kainatın sahibi Rahmeti bol, merhameti bol, bereketi bol olan yüce Allah'tan istiyoruz. Kula kul olmak için değil, Allah-u teâlâ'ya hakkıyla kul olmak, kulluk vazifelerimizi yerine getirmek için yaşıyoruz. Hayata geliş amacımız vazifelerimizin içinde gizli. Ne istiyorum? sorusuna herkes gibi sayılı nefeslerimizin olduğu şu dünyada sağlıklı, mutlu ve huzurlu yaşamak diyebiliyoruz. En önemlisi doyumsuz olduğumuz için değil! rahmeti, merhameti bol olan Yüce Allah'tan istediğimizi bilerek isteklerimizde sayı belirtmemeliyiz. Doyumsuzluğumuz ve uyumsuzluğumuz buradan kaynaklanıyor. İsteklerimiz doğrultusunda beklemediğimiz sonuçlar hayatımızın akışını değiştirebiliyor.

5 Şubat 2012 Pazar

Dert..ler

Her evde bir tencere kaynar ama, tencere de kaynayan et mi dert mi? Kimse bilemez.
Yaşayan her canlının mutlaka bir derdi vardır. Bir derdi yoksa, çok derdi vardır.
Dertler kulun yakarmasını, Allah'a yakınlaşmasını sağlamaktadır. Kiminin derdi para, mal, mülk iken, kiminin derdi sağlık, aile, aşk gibi sıralanabilecek olaylardan oluşmaktadır.
Bir hastalık çıktığı zaman -grip gibi- ardından gelmeyi bekleyen şifa dozu vardır ya, dertlerimizde öyledir aslında. Önden gelen dert ardından gelen mutluluğun, huzurun habercisidir. Sabretmenin mükâfatıdır kul'a.
Dert ki unutulmadığının, yanlız olmadığının göstergesidir. Derdimi seviyorum, çünkü derdi veren de kulunu seviyor! Rahman olan Allah; kulunun yakarmasını, ağlamasını, dua edip, dua dua arşa yükselmesini istiyor! Sevildiğini bilmek kadar güzel bir şey daha var mıdır ki yeryüzünde?
Şu ahir ömrümüzde yaşadığımız en güzel duygu sevmek ve sevilmek değil midir? Sevenin sevgisiyle sınav olmak, dertleriyle girdiği o sınavdan, taşıdığı sevgi hakkında hiç bir şüphe bulundurmamak...
Yunus Emre misali; 'Yaratandan ötürü, yaratılanı sevmek.' ...
Dertleriyle yoğrulur insan.
Dertler olgunlaştırır insanı.
Dertler öğretir insana yaşamayı.
Elindekilerinin kıymetini anlamayı...
Dertler ki bir avuç toprak misali dağılır yeryüzüne; bulur sahiplerini, konar omuzlarına. Konduğu her omuza bir ağırlık verir. Zamanla geçen, sabırla geçen, ehemmiyeti bol bir ağırlık. Kimisi omuzunda taşıdığı bu yükün hakkını verirken, kimisi daha adım atmadan olduğu yerde yıkılır. Önce o yükü taşımayı öğrenir insan; düşmeyi, kalkmayı.. kaybolmayı, yolunu bulmayı.. unutmadan, unutulmayı, sonra sevmeyi, daha sonra sabretmeyi, ve beraberinde tevekkül etmeyi... ve sonra çok şey öğrenir insan.
Dertler yoldaştır bazen, kaybolduğu yolda, yol gösterendir.
Umutla yaşamayı öğrenir insan.
Ve bilir ki her sıkıntının ardın da bekleyen bir mükâfat vardır!


13 Ocak 2012 Cuma

Sevmek... Güvenmek... Vazgeçmek...

Bir insanı sevmek en kolay ve en güzel duygudur. Sevdiğiniz insanların yanında huzur bulur, onlarla mutlu olursunuz. Yalnız sevdiklerinizin arasında birini farklı seversiniz. Onu farklılaştıran sizin sevginizdir. Herkes için aynıyken bu duygu, o'nun için özeldir. İçten seversiniz, dillendirmeye gerek yoktur. Bir bakış ve bir duruş söylenemeyen bir çok sözü ifade eder. Kimsenin duymadığı kalp atışlarını bir tek o hisseder...
Peki sevmek, güvenmek değil midir?
Seven insan sevdiğine güvenmesse, nasıl huzur bulur? Huzur bulamassa nasıl mutlu olur?
Sevmek güvenmektir. Koşulsuz, şartsız güvenmektir.
Bu böyle iken 'seviyorum ama güvenmiyorum' diyen insanlar kimleri kandırıyorlar peki?
İnsan kendisinden başka birini kandırabilir mi?
Bu oyunda ilk kaybeden kendisi değil midir aslında?
Evet klişe bir laf ama 'sahte sevgiler' herkesin gönlüne yerleşmişken, imrenilen sevdalar sadece okuduklarımızla mı sınırlı?
İnsan güvenmiyorsa, neden vazgeçmesin ki?
Elbette vazgeçer.
Güven yoksa, sevgi yoktur. Sevgi yoksa, vefa yoktur.
-Yunus Emre Sitare'sine öyle aşıktı ki, onun gözünde ki sevdayı hiç bir engel yıkmadı. Sonuna kadar sevdi. Sevgisine sadık kaldı ve vefakarlığını son nefesine kadar taşıdı. Hiç bir zaman vazgeçmedi.- 
Okuduğumuz, dinlediğimiz o kadar hayran olunası sevda var ki, günümüzle kıyaslanamaz.
Öyle aşkların, yaşanmış sevdaların olması bile yüreklendiriyor insanı. En çok da umutlandırıyor. Gördüğü hayal kırıklıklarının hep öyle olmadığını ispatlıyor.
Ruhları şad olsun güzel aşıkların. Bizlere de kıyısından, köşesinden hasret kaldığımız aşklara şahit olmak nasip olsun İnşaAllah...
Sevgiyle kalın...





8 Ocak 2012 Pazar

Herşeyin bir sebebi var'mış!

'Huuu huuuu komşular siz nerden geldiniz!' diye bağırasım var.
İnsanlar birbirlerinin haklarına bu kadar tecavüz etmemeli.
Bir kaç haftadır üst komşularla aynı evde yaşadığımızı düşünüyorum.
Hatta yan komşularla da :)

Bu kadar da olmaz ki dedirten bir gürültü patırdı ile acaba kaç kişi yaşıyor o evde
diye düşünmekteyken,
Şimdi tahminlerimce: Öncelikle bir tane ev süpürmeye çalışan teyze var ki biz ev süpürmeyi bilmiyormuşuz anneme diyorum iyi dinle, öğren, hazır onu teyze bize öğretiyor. Alt komşunun canını alacak gibi vura vura süpürmek gerekiyormuş :)

Teyzenin eşi olsa gerek bir amca var ki dünyaya bedel. Odamın hakimiyeti amcanın elinde.
Hıhhhh çok şükür amca sustu dememe kalmıyor telefonu çalıyor.
Sesleri o kadar bizim evin içinde ki, tam acaba bizden birinin mi telefonu çalıyor derken.
Yok yok üst kattan geliyor diyoruz :)
Ama nedense sanki o telefonun sesini bir biz duyuyoruz.
Evde ki herkes telefonu duymazdan geliyor.
Oda sağolsun ısrarla melodisini tekrarlamaya devam ediyor.

Bir de köpekleri var. Şamar oğlanı gibi, köpek köpek olalı böyle eziyet görmemiştir.
Herhalde kim boşsa artık kimin işi yoksa köpeğe bağırıyor.
Yazıktır, günahtır yaa onda ki de can dimi yani.
Köpeğin havlamasına kızamıyorum bile.
Benim bile canıma tak ettiler, hayvancağız ne yapsın.
Evde yaşadığını sandığım birde kızları var ki ben onun sesini sadece köpeğe bağırırken duyuyorum.

Velhasıl kelâm sınav haftasında olmamızdan mütevellid. Sabredip gündüzleri uyuyup geceleri ders çalışma yöntemini kendimde uygulama çabasındayken ilk günden başarısız oldum. Odamdan çıkıp oturma odasına geçtim ki şokkkk! bu insanlar gece de uyumuyormuş :)

Bir hafta daha sabredemessem ana haber bültenlerinde bir amca, bir teyze, cadı kızları ve birde köpek katili haberini görürseniz geçmiş ola :)





31 Aralık 2011 Cumartesi

       

         Uzun yıllardır hep aynı semtte ikamet ediyoruz. İster istemez insan çevresinde ki insanları konuşmasa dahi kim olduklarını az çok öğreniyor.

        Yıllar önce bir yaz günü çocuklar toplarıyla oynarken onların seslerine istinaden şöyle bir balkondan baktım. Benim babası zannettiğim birinin yanında dört-beş yaşlarında minik, güzeller güzeli bir erkek çocuk duruyordu. Herkes oyun oynarken onda tuhaf bir hüzün olduğunu farketmemek için insanın tüm duygularını kaybetmiş olması gerekirdi sanırım.

Acaba neye üzülmüştü.
Babasımı kızmıştı.
Neydi ki onu şen kahkahalı oyundan mahrum bırakan hüzün...
Derken öğrendim ki o tatlı mı tatlı çocuk yakın zamanda annesini ve babasını kaybetmiş.
Amcasıyla beraber yaşıyorlarmış ve o minicik yaşında kendisine sorumluluklar yüklemiş.

         Bu durumu öğrendikten sonra daha çok dikkatimi çekti. Ondan sonra ki karşılaşmalarımızda da onu mutlu göremedim. Oyun oynamasına dahi denk gelemedim. Belki de ben görmedim.
Allah'ım n'olursun bir kez yüzünün güldüğünü göreyim! Derken...
Zaman çabuk geçiyor geçmesine de hüznün rengi hiç mi değişmiyor.
O çocuk büyüdü.
Şimdi hemen hemen on yaşında vardır.
Ama hala onun yanında arkadaşa dair birini göremedim.
Onun oyun oynadığını da göremedim.
Ama çalıştığını gördüm.
Kendine yüklediği sorumlulukların hakkını eda etmeye çalıştığını... 
Ve malesef o içinde biriktirdiği hüznün yüzüne yansıttığı tebessümü...
Kaybedilen can'sa elden gelen tek şey dua etmek oluyor.
Onu görünce akla gelen şeylerden biri de elimizdekilerin kıymeti...
Şu ahir ömrümüzde bir kez kavuşabileceğimiz ve sevgisini hiç birşeye
değişemeyeceğimiz anne-baba sevgisi, sıcaklığını, fedakalarlığını...
Elimizde canlı canlı taşıdığımız hazinenin pişmanlığını, eksikliğini göstermesin Rabbim.
Rabbim kimsenin annesini babasını başından, baş ucundan eksik etmesin, ömürlerine sağlık, sıhhat ve bereket versin...
Selam ve dua ile...........


23 Aralık 2011 Cuma

Ney'hane

Üfle Ey Neyzen yüreğimin iniltilerini duyurayım,Sen üfle yeter ki ben derdimi anlatayım; 'O' da üflemedi mi zaten 'Kendi Ruhundan'Ben 'ben'likten geçişimi haykırayım!...Sanmayın ki içi boş basit bi kamıştanım!
 Diyor Ney'hane sakinleri...
Bu bir tevafuktu;
Yağmur bereketin hasıyla kavuşturduğu bir günde
Gezme, görme, öğrenme çabasındaysanız
Aramadığınız ama kavuştuğunuz şey mutluluksa
Bu bereketiyle gelen yağmurun buluşturduğu ennn güzel tevafuktur....
O kapı da bulmaktır kendini.

Ankara-Hamamönü'nde bulunan Ney'hane ile karşılaşmamız hoş bir tevafuk oldu bizim için.
Hamamönü'nü gezmekteyken kendimizi önünde bulduğumuz Kültür sokağında;
Ney seslerinin geldiği,
Gül kokularının ciğerlerimize işlediğini farkederken
Birden kapısında bulduk kendimizi...


Amaç sadece gül suları kokan, 
insanın içini huzurla dolduran ney kasidelerinin geldiği o kapıyı ve o anı unutmamak,
her gördüğünde hatırlamak, o huzuru resimlerle tahayyül etmek...
Kısaca :) kendince bir hatıra fotoğrafı çekmekken kendisini güler yüzüyle karşılayan bir Ney'hane sahibesiyle göz göze gelmekti tevafuk...

Sıcacık bir mekanda yapılan hoş sohbet.

Karanfil kokan sıcak bir çay içmek.


Ney çalmanın
Göründüğünden fazla emek harcamak gerektiğini,
  

Ve güzel olan şeylere kavuşmak için sadece bir nefes değil,


 Büyük bir sabır, sabırla beraber aşkla bağlanmak gerektiğini belki de unutmuşken
tekrar hatırlamak...


Bu tevafukların en güzeliydi bizim için.
Böyle güzellikler yaşattıran, bizi güler yüzünü eksik etmeyen insanlarla
karşılaştıran Rab'be Hamd-ü Sena'lar Olsun...
ve  
Teşekkürler Ney'hane ...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Bir avuç mutluluk...

Belki kar yok, yağmur da yok ama hava çok soğuk.
İnsanın kemiklerine işleyen kuru bir ayaz var.
Küçük çocukların sırtlarında kocaman montlar, kabanlar, onları soğuktan koruyan ve yürüyüşlerini tatlılaştıran pabuçlar görmek ne kadar güzelse çocukları montsuz,botsuz görmekte o kadar üzücü...
Kocaman insanların dahi bu zor hava şartlarında tir tir titrediğini görürken o minicik canların sadece bir hırka, o kadar şanslı olmayanlarda ise incecik bir penye olduğunu görmek...
Bugün ki tevafuklar hep böyleydi benim için...
Gün, okul yolunda başladı.
Önce otobüse binen en fazla sekiz yaşlarında bir erkek çocuk...
Belli ki oda okul yolunda, sırtında kocaman bir çanta yüzü güzel mi güzel, meraklı ama tatlı bakışları olan bir çocuk...
Sabahın o ayazında üzerinde sadece şapkası olan bir penye ve üşümekte olan bir çocuk...
Daha sonra aynı otobüsle ilerlerken bir çocuk daha, bu sefer babası yanında ama oda sabahın ayazına yakalanan üzerinde sadece bir hırka bulunan tatlı mı tatlı gözleri ve mutlu bakışları olan bir kız çocuğu...
Otobüste ise büyük bir sessizlik...
Ama o minicik canların sessizliği bozan bakışları...
Hüzünlü ama bir o kadar da güzel, temiz yüzlü çocuklar...

Mutluluk onlara da uzak değil aslında,
Her çocuk gibi istedikleri sadece bir avuç mutluluk...




17 Kasım 2011 Perşembe

Gündemden,

Doğal afetler...
Terör olayları... 
Kadın katliamları...
Trafik kazaları...
Derken...
Gündemimizde ''bedelli askerlik'' mevzusu yerleşmiş gözükmekte...
Ancak bedelli askerlik yasası gündeme geldiği ilk günden beri toplum ikiye bölünmüş durumda.
Bir kesim yasanın çıkmasını isterken (dört gözle beklerken),
Diğer bir kesim ise yasanın çıkmamasından yana.
Askerlik bir vatan borcudur ve vatana borç da parayla ödenmez.
Bedelli askerlik platformu başkanı (ismini bilmiyorum) lakin bir televizyon kanalında söylemiş olduğu söz gayet dikkat uyandırıcı ''İsteyen herkes bedelli askerlik yapabilir, biz bunun araştırmasını yaptık 60 aya varan vadelerle bu bedeli sağlayabilirler...'' gibi bir cümle telaffuz etti.
Şaşırmamak elde değil!

Bedelli askerlik platform başkanının sarfetmiş olduğu bu söylem maalesef ki
ilerleyen günlerde yasanın çıkmasıyla 
eşit olmayan bir dağılıma yol açacak gibi görünüyor...

Platform başkanına muhteşem cevap ise emekli Tugay Komutanından geldi: 
(ismini hatırlamıyorum ama belirtmek isterdim)
''Ödediğiniz bedel neyin bedeli!'' dedi. Ve çokta doğru söyledi.

''Türkiye Harp Malülü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Kayseri Şube Başkanı Ali Yavuz, bedelli askerliğe karşı olduklarını açıklayan Yavuz, "Ülkeye hizmet etmenin, kan ve can vermenin bedeli parayla ölçülemez." dedi. Vatanını seven ve inanan insanlar olarak, bedelli askerliğe karşı olduklarını ifade eden Yavuz, bedelli askerlikten gelen paraların şehit aileleri ve gazilere verileceği haberlerinin ise onur kıran ve inciten bir durum olduğunu söyledi.''

 

23 Ekim 2011 Pazar

İslâm ve Huzur

Huzur... İnsan ne yaparsa huzurlu olur hayatta? Mutlu olmak için neler yapmalı? Yaşamımızda ki herşeyin derin bir anlamı varken tattığımız bu huzurun nasıl bir anlamı var? 

       Huzur kelimesi, kelime mânâsıyla uzun uzun düşündürüyor insanı, düşünürken bile farklı ama güzel duygular kaplayabiliyor içimizi. İslamla bütünleşmesi ve o muhteşem tadı alabilmek ise ayrı bir haz yaşatıyor insana.Sayılı nefeslerimizin olduğu bu dünya da ebediyete kavuşacağı zamana kadar herkesin ortak bir beklentisi vardır hayattan; sağlıklı, huzurlu, mutlu ve umutlu yaşamak!

       Biz huzuru farklı bir şekilde tahayyül ederken o İslamiyetin doğuşu ile var olmuştur aslında...
İslam ile bütünleşmiş, içinde bir yerlere gizlenmiştir çok daha evvelden...
Onu bulmak! Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v.)'in, kıymetli Sahabelerinin, eşlerinin, evlatlarının, torunlarının hayatlarında gizlidir aslında. Bereket Peygamber Efendimiz(Sav) ile geldi dünya ya biz huzurun tadına Peygamber Efendimiz(Sav)'in doğuşu ile vardık. Şükürlerle kavuştuk huzura, rüku'da buluştuk, biz bu tadı aldıktan sonra anladık ki huzur tahayyüllerde değil iman eden kalpte! 

      İman gücünün güzelliğini, şükrün bilincini zorluklar yaşayan bize Kutsal bir emanet bırakan Peygamber'imiz Hz.Muhammed(Sav)'den öğrendik. O (Sav) bize huzurun nasıl birşey olduğunu, nasıl kavuşulacağını öğretti. Biliyoruz ki artık biz sünnete göre yaşarsak, şükrün o muhteşem mânâsına ulaşabilirsek, bu dünyanın kimseye kalmayacağının farkına varabilirsek, elimizdeki güzelliklerin bizlere emanet olduğu unutmadan yaşayabilirsek, huzurun haramda değil imanda, ibadette olduğunun farkına geç olmadan varabilirsek bizler bu dünya da huzurlu yaşanlardan ve İnşaAllah huzura kavuşanlardan oluruz.

     İnsan yenildiği zaman değil, yendiği zaman mutlu olur, mutlu olursa huzurlu olur. Yenilirse nefsine işte o zaman huzursuz olur! Düşmanımızı bazen çok uzakta aramamamız gerekir. Düşmanımız; nefesimizin arkasında saklı olan nefsimizde olabilir. Şeytan ve nefsimiz bizim mânevi huzura kavuşmamıza engel olmak için elinden gelen tüm çabayı sarfeden, tüm kozlarını bu yolda harcayan en büyük düşmanlarımızdır. Rabbim bizlerin imana yönelmiş kalplerini nefisleriyle başbaşa bırakmasın İnşaAllah, onun yolunda olan kalplerimizi huzura kavuştursun.

     Yaşamamızda ki herşeyin farklı bir anlamı ve farklı bir görevi var. İhtiyacımız olan tüm güzellikler ağzımıza sürülen bir kaşık bal misali, tadı damağımızda kalıyor. Eğer yenersek düşmanlarımızı, kazanırsak Rabbimiz'in rızasını, kavuşursak huzura, aldığımız lezzetin devamı ebediyette saklı!!


14 Ekim 2011 Cuma

Belaya uğradığın zaman sabret...

''Belaya uğradığın zaman sabret
Halinden mahluklara şikayet etme
Merhametliyi merhametsize şikayet etmiş olursun!''


Necip Fazıl Kısakürek 'in muhteşem anlatımıyla yazılmış ''Peygamber Halkası'' adlı kitabından okuyunca ''!'' uyandıran bir söz..

Belaya uğradığımız zaman nerde ne hatalar yaptığımızı düşünmeden çaresiz olmadığımız halde çaresizliğe kapılırız çoğu zaman. Zamansız düşüncelerimiz, aklımızın dua'larımızdan uzaklaşmasına neden olabilir. Biz sıkıntımızı bir eş-dost ile paylaşınca rahatlayacağımızı düşünürüz o an Tevekkül'den uzaklaşır kalbimiz, Aslında çaresiz anlarımız Rabbimiz'in anlam yüklü mesajıdır bizlere,
Yanlız olmadığımızı, iki dudaklarımızın arasında minik bir fısıltıyla son bulacağını hissetmemizi ister Rabbimiz.. Sonsuz merhamet sahibi Rabbimiz duymaktadır bizleri, dua vakti gelmiştir çaresiz anlarımızda, içimizde bizi dua etmememizi isteyen engellerin kalkmasının vakti gelmiştir.
Dua dua yükselmenin vakti gelmiştir..

Belki farklı açılardan bakıldığı zaman başımıza gelen bir bela çaresiz olduğumuz anlamına getirmez bizleri. Fakat bela'ya uğradığımız zaman kalbimiz dua'larımızdan uzaklaştırır bizi.

Kitabın asıl konusu Peygamber efendimiz (Sav)'in sahabelerinden kesitler olmasına rağmen, yazılı olan bu bölüm kitabın dışında farklı farklı yerlere götürebiliyor insanı.

İnşaallah bizler de Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in, Sahabelerinin, Eşlerinin, Çocuklarının, Torunlarının o muhteşem sabrından, dirayetinden nasiplenen kullarından oluruz...





Kalbimin kırılan yerlerinden onarılmak isterdim.  İzi silinsin, yaralarım görünmesin. Hafızam yerinde dursun ama beynimin içi sussun isterdi...