12 Eylül 2025 Cuma

Gece

Kalbimin melodisini şenlendiren bir sesi aradım,
Uzakların yakın, yakınların uzak olduğu diyarlardan gelir sandım.
Kalpten dile dökülen incelik gözleri şenlendirince,
Yüreği ısıtır ya insanın…
İşte, o sesi duymak istedim.
Birkaç dize, birkaç söz,
Ama en çok o ses olsun istedim.
Yüreğim diyorum, incinmeyi hak et…
Ama karar veremem buna,
Bilemem.
Yalnızca ümit ederim.
Geceler…
Gece…
Şairin dizesinde dediği gibi:
“Bir de gece… Ah, o gece.”
Seven, sevdiğine kavuşsun;
Ama önce seven, sevdiğini söylesin.
Belki bu gece,
İşte o gece…



6 Eylül 2025 Cumartesi

Bir Çocuk Kalbi Hayat

Bilmediğim bir korkunun içinde zor günler geçirdim. 

Ayağım takıldığında yaşadığımın zorluk olduğunu düşünmüştüm. 

Düştüğümde kalkamadığımı görünce asıl zorluğun düşmek olduğunu zannettim. 

Aslında, zorluk kalkmak ve hayata tutunmaya çalışmaktaymış. 

Göründüğü kadar kolay olmuyor hiçbir şey. 

Bir mum gibi ayakta kalmaya, aynı zamanda yanmaya ama yanarken eriyenlerini kendi etrafında toplamaya çalışmak ümit etmekle eşdeğer sayılabilir. 

Çünkü amaç, hayatta kalmak. 

Ama sağlıklı. 

Ama muhtaç olmadan. 

Bir çocuğu eleştirmek müthiş acımasızlık. 

Bir çocuk için “gözleri ne kadar cin gibi bakıyor” dediğimde gördüğüm tepkide bir duygu hissetmiştim. 

Pişmanlık.

Ama ibre kendime dokununca daha iyi anladım. 

Anneler köyde doğurur ama aynı zamanda çalışırmış. Evde çalışır, tarlada çalışır ama çalışırken yavrusunu yüreğinin en yakın yerinde taşırmış. 

Bu sahneyi gözümde canlandığımda burnuma güzel kokular, kulağıma hoş sözler gelir. Dokuma desenlerden oluşmuş sedirin üstünde ayaklarımı toplayarak oturduğumu, önümde sıcağı tüten çayımı yudumladığımı, dışarıdan gelen rüzgarın uğultusuyla kalbimin yaşadığı o neşeyi duyduğumu hissettirir. 

Bir çocuk olmak kıymetlidir. 

Bir kalbe dokunmak kıymetlidir. 

Ama bir insanı bilmeden acımasızca eleştirmek o sedirin üstünde, o rüzgarın uğultusunu hissederken çay sıcağını kaybeder ve insanın kalbi o neşeyi duyamaz. 

Gözü güzeli seçemez. 

Dili güzeli söyleyemez 

Herkes ağzına geleni söylerse yüreğimize kasvet çöker. 

Bir çocuk kalbi diyoruz. 

Bir anne yüreği mesela. 

Gerçek bir anne yüreğinden bahsediyoruz. 

İmtihana geldik biliyoruz değil mi?


Fotoğraf: alıntı.

30 Ağustos 2025 Cumartesi

Kutlama

“Başımı omzuna yaslamaya 

hayata yeniden başlamaya

bağımda bahçemde pınarlarımda

İçimi yıkamaya geliyorum”

Sözler insanın içini ısıtmıyor mu? 

Gerçekten öyle değil mi?

İnsan sevdiğinin gönlünde çiçek açtırmak istemez mi?

Yeniden başlamaktan da korkmaz, çünkü o omuza ihtiyacın var. 

Sevgi, sadece almakla değil.. vermekle de güzelleşiyor. 

Nasıl ki insan insana ihtiyaç duyuyorsa, 

Sevmeye ve sevilmeye de öyle ihtiyaç duyar… 

Bir yerlerde bizi sevmek için hiçbir karşılık beklemeden sadece sevgisini vermeye hazır biri var. 

Hasret kokusunu getiriyor rüzgarıyla.. 

Hem hüzünlü hem mutlu ediyor bazı sözler. 

Ve insan aydınlanmak istiyor.



“Şarkı - Sezen Aksu/Kutlama”

19 Ağustos 2025 Salı

Gözden Kalbe

İnsanın mutsuzluğunu makyaj bile gizleyemez.

Kalp kırıklığı, gözlerden okunabilen en net duygudur.

Bir insana baktığımızda ilk olarak gözlerine yöneliriz. O bakışlardan bir anlam çıkarmaya çalışır, ruhunun derinliklerine yol buluruz. Bir resme baktığımızda ise, eğer bu bir insan silüetiyse, yüzündeki çizgileri inceleriz ama en çok gözlerindeki ifadeyi anlamlandırmaya uğraşırız.

Çünkü gözler, hüznümüzü gizleyemediğimiz yerdir.

Mutluyken içimizi güldürür, hüzünlüyken buğulanır.

Ve biz, anlam yüklemeyi severiz.

Çünkü evet…

Her şeyin bir anlamı olmalı.

Hayat, anlam kazandıkça güzelleşir.


13 Ağustos 2025 Çarşamba

İnsan olmak mı zor, iyi kalmak mı?

Bir niyetle çıkıyorum yola. Yanımda, her daim taşıdığım ümidim…

Bir bülbülün sesini duyuyorum.

Dua ediyorum.

Acizim.

Kulum, biliyorum. 

İyi olmaya çalışıyorum.

Ama yaptıklarımız… hep yorumlanıyor.

Derin bir nefes almak istiyorum doya doya.

Söylemek istediklerim geliyor aklıma… yutuyorum.


İnsan olmak mı zor, iyi kalmak mı?

Derler ki, kötü olmak emek ister…

Peki, iyi kalmak?


Konuşmak istiyorum.

Anlaşılamamaktan korkuyorum.

Yürümek istiyorum.

Ama bir türlü yolu bitiremiyorum.


Sevmek neden bu kadar zor?

Bir insanı sevmenin bedeli neden bu kadar ağır?


Karmaşanın içinde bir ışık ararken,

neden ışıkları tamamen kapatırlar?


Gün doğuyor.

Gün batıyor.

Ben yine aynı yerdeyim.


Ama ben… o eski ben miyim?



4 Ağustos 2025 Pazartesi

Bazen Yavaşlamak Gerek

Kendini kıramamak…

Aslında burada “kıramamak”; tabularını, doğru bildiklerini, bazen yanlış anladıklarını, bazen de beklentilerini…

Yorulmak ama yoğurulamamak.


Hayat bana çok şey öğretti diyorum, sonra bir bakıyorum, aslında hiçbir şey öğrenmemişim.

Tekrarladığım şeyler öğrendiklerim değil; alışkanlıklarım.


Bir yola çıkmışım, epey de yol almışım.

Ama durduğum yerde, “yolda neler gördün?” diye soranlara anlattıklarımın içinde hep bir eksiklik var.

Hayat böyledir ya bazen…

“Ah, ben neler gördüm” deriz.

“Feleğin çemberinden geçtim” diye övünürüz.

Belki gerçekten öğrenmişizdir, doğru.

Ama şu an olduğum yerde bu soruya vereceğim cevaplar bunlar değil.

Yolda göremediklerime üzülüyorum, evet. 

Yanımdayken sevdiklerimin ihtiyaçlarını düşündükçe de aynı üzüntü. 


Dün araba kullanırken geçen bir sohbetten başladı bu düşünce.

“Buranın inşaatı epey ilerlemiş” dedi en çok sevdiğim.

“Aaa öyle mi? Arabayı kullandığım için hiç o tarafa bakamadım” dedim. 

O an bakmak istedim etrafa. 

İnsan hep yolda olunca anlamıyor. 

Bazen o yolda olmak, o yolda yolcu olmak gerekiyor. 

Arabanın içindeyken sağ koltukta olmayı teklif etmeli,

Bazen “o” yolu yavaş geçmek istemeliyiz. 


Zamanı geri alamam…

Ama umarım, kendi farkındalığımın elinden tutabilirim.




27 Temmuz 2025 Pazar

“Nasıl?” diyen bir sonbahar günü…

Yaprakların sararmaya başladığı, tarifini yapmakta bazen zorlandığım bir sonbahar günüydü. Kelimeler boğazıma düğümlenmişti. Nereye gideceğimi bilmiyordum.. evden çıkarken yanıma birkaç anlamsız eşya aldığımı fark ettim. 

İşte o gün, biriyle tanıştım.

Sanki birbirimizi önceden tanıyormuşuz gibi sohbet ettik. Hayatlarımızdan bahsettik. Ve artık arkadaştık.

Bir gün bana “Nasıl?” dedi.

“Nasıl bu kararları aldın? Hayatına nasıl bir yön çizdin? Hiç mi düşünmedin kendini? İnsan kendini düşünmez mi?”

Dilek ablaydı bu. Ayna oldu bana.

Çıkmaza girdiğimde hâlâ o gün yaptığımız o sohbet gelir aklıma.

Gözlerimin içine bakarak “Nasıl?” ve “Neden?” diye sormasını unutamıyorum.

Daha önce kimse böyle sormamıştı.

İşin garibi, hâlâ soran yok.

“Nasıl?”

“Neden?”

“Neden böyle düşündün?”

“Gerçekten ne hissettin?”

Hayatımda bu soruları bana gerçekten soran tek kişi, Dilek abla oldu.

Düşünüyorum da…

Birini seviyoruz.

Bütün kalbimizle, benliğimizle, saf ve içten duygularla…

Ama eğer karşı tarafla aynı düşüncede olmadığımız bir konu da, çoğu zaman ilk karşılaştığımız şey yargılanmak oluyor.

Cümle genellikle şöyle başlıyor:

“Sen…”

“Sen bunu yaptın.”

“Sen bunu söyledin.”

“Bana bunu nasıl söylersin?”

Ama şu cümleyi pek duymuyoruz:

“Bunu sana düşündüren ne oldu ki?”

“Ben ne yaptım da böyle hissettin?”

Kimse üstüne alınmaz.

Oysa sevgi kıymetlidir.

Sevmek kıymetlidir.

Ve karşılıklıdır.

Sevenin gözünde sevgi nasıl en üst mertebedeyse, sevilenin de aynı sorumluluğu taşıması gerekir.

Hayat, birkaç cümleye sığdırılamayacak kadar kısa.

O yüzden bazen anlamını aramayı bırakmalı, bulduğumuzla kıymet bilmeyi öğrenmeliyiz.

 


Gece

Kalbimin melodisini şenlendiren bir sesi aradım, Uzakların yakın, yakınların uzak olduğu diyarlardan gelir sandım. Kalpten dile dökülen ince...