Bilmediğim bir korkunun içinde zor günler geçirdim.
Ayağım takıldığında yaşadığımın zorluk olduğunu düşünmüştüm.
Düştüğümde kalkamadığımı görünce asıl zorluğun düşmek olduğunu zannettim.
Aslında, zorluk kalkmak ve hayata tutunmaya çalışmaktaymış.
Göründüğü kadar kolay olmuyor hiçbir şey.
Bir mum gibi ayakta kalmaya, aynı zamanda yanmaya ama yanarken eriyenlerini kendi etrafında toplamaya çalışmak ümit etmekle eşdeğer sayılabilir.
Çünkü amaç, hayatta kalmak.
Ama sağlıklı.
Ama muhtaç olmadan.
Bir çocuğu eleştirmek müthiş acımasızlık.
Bir çocuk için “gözleri ne kadar cin gibi bakıyor” dediğimde gördüğüm tepkide bir duygu hissetmiştim.
Pişmanlık.
Ama ibre kendime dokununca daha iyi anladım.
Anneler köyde doğurur ama aynı zamanda çalışırmış. Evde çalışır, tarlada çalışır ama çalışırken yavrusunu yüreğinin en yakın yerinde taşırmış.
Bu sahneyi gözümde canlandığımda burnuma güzel kokular, kulağıma hoş sözler gelir. Dokuma desenlerden oluşmuş sedirin üstünde ayaklarımı toplayarak oturduğumu, önümde sıcağı tüten çayımı yudumladığımı, dışarıdan gelen rüzgarın uğultusuyla kalbimin yaşadığı o neşeyi duyduğumu hissettirir.
Bir çocuk olmak kıymetlidir.
Bir kalbe dokunmak kıymetlidir.
Ama bir insanı bilmeden acımasızca eleştirmek o sedirin üstünde, o rüzgarın uğultusunu hissederken çay sıcağını kaybeder ve insanın kalbi o neşeyi duyamaz.
Gözü güzeli seçemez.
Dili güzeli söyleyemez
Herkes ağzına geleni söylerse yüreğimize kasvet çöker.
Bir çocuk kalbi diyoruz.
Bir anne yüreği mesela.
Gerçek bir anne yüreğinden bahsediyoruz.
İmtihana geldik biliyoruz değil mi?
Fotoğraf: alıntı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Gönlünden geldiği gibi!