24 Temmuz 2014 Perşembe

Elma ve Selma

Açıkçası filmin ismini ilk gördüğümde konusu az çok gözüm de canlanmıştı ama helallik kavramının içinde geçeceği bir film olacağı aklıma gelmemişti.
Bir önce ki yazı da bahsettiğim İran yapımı filmde çok fazla detay verince bu defa detaylardan kaçındım.

Din öğrencisi olan genç adam şehirden uzaklaşıp ailesinin yanına gelir. Annesinin evlenmesini istediği halasının kızı ile görüşecektir, evden yola çıkar fakat bir şekilde yolu yönünü değiştirir.
Bir bahçeden geçerken ezan okunduğunu fark eder, abdest alır ve namaza başlar.
Gölgesinde namaz kıldığı elma ağacından bir tane elma düşüverir.
Genç adam o elmayı ısırır ve artık her şey aslında o dakikadan sonra başlar.


Filmin için de gencin tepkisine hayret ediyorlar, aslına bakılırsa ben de hayret ettim :)
Gerçekten var mıdır bu zaman da bu devir de böyle insanlar diye de düşünmeden edemedim.

En sevdiğim sahne ise...

''Tekrar tekrar okuduğun Ayet-i Kerime neydi?'' sorusuna genç adamın cevabı,

 
Selma'nın, benim için tercüme eder misin? dediğinde
muazzam güzellikte deki Ayet-i Kerime'yi tekrar söylediği sahne oldu..
 


22 Temmuz 2014 Salı

Allah Yakındır

Rıza, köyünde aklı başında olmayan biri olarak bilinir.
Bozulan ana yol da motorsikleti ile taksicilik yapmaya başlar.
Ve bir gün köyün yeni gelen öğretmenidir yolcusu.
Rıza öğretmen hanıma ilk görüşte aşık olur.
Ama ne aşk...

 
Rıza'yı divane edecek türden.
 
 
Her gün heyecanla yolunu gözleyecek kadar çok...


 
Rıza bozuk olan yol da öğretmeni her gün evinden alıp okula getirmek için görevlendirilmiştir artık. Bu görev ona verilmese bile o bu işi kendine görev edinir.
 
Bir gün Rıza öğretmeni evinden alır. Okula giderken yolda motorsikleti bozulur.
Öğretmen hanıma yaklaşır, motorunu tamir edebilmek için tokasını isteyeceği sırada
öğretmen hanımın ürkek tepkisi karşısında
Rıza'nın dilinden bir şiir dökülür,
 
''Yüreğim kanıyor... Ama, heyhat! Bu yaraya merhem yok!''
 

Öğretmen hanım sakin tavrıyla, Hafız'ın şiiri der.
Ve Rıza cevaplar
Hayır. Bu şiir Seyid Yahya'nın...
 

Verdiği tepkinin ardından
Öğretmen hanım devam eder, ben de üzüntülü anımda bir şiir okuyorum diyerek Hafız-ı Şirazî'nin muhteşem şiirini okumaya başlar...

Ey Aşk! Ateştir senin nesebin
Niteliğin dumandır, kaynağın ise rüzgar
Su tufana dönüştü toprak da küle..
Senin kokunla ateş rüzgara karıştı
Şirin'siz her saray bisütûn gibi viranedir,
Ferhat'sız her dağ bir saman çöpüdür rüzgarda
Yedi nesil öteye tüm atalarımız gâmdı
Bize miras kalan hep sonsuz keder oldu
Rüzgar esince toprağımızdan senin kokun geliyor
Sadece sen kalacaksın
Biz hepimiz gidince...
 

 
Yine bir gün, Rıza öğretmen hanımı almak için evinin önüne gider.
Bekler, fakat öğretmen hanım bir türlü gelmez.
 
 
 Kapıyı çalma cesareti gösteren Rıza, maalesef öğretmenin evleneceği adam ile tanışır ve adam hiç hoş olmayan bir şekilde Rıza'yı evden uzaklaştırır.
 

Öğretmen hanım evlenmiştir artık...
Rıza'nın değişimi ise bu evlilikten sonra başlar.
 
 
Rıza artık aklını tamamen kaybetmeye başlar. Annesi onu şifa umuduyla Türbe'ye getirir. Ve Rıza türbedeyken rüyasında annesinin öldüğünü, nur yüzlü bir adamın kendisine ekmek ve bal verdiğini görür.
Uyanır ki; kucağında bal ve ekmek, karşısında annesinin cansız bedeni...
 
 
Rıza'nın hayatı bir kez daha değişir. Ama bu sefer ki çok daha farklı bir yönde. .
2 senenin ardından öğretmen hanımla türbede karşılaşırlar.
 
Bu karşılaşmanın ardından Rıza'nın Türbe hocası ile konuşması şöyledir...
Başka bir Leyla arıyorum. Kimsenin benden alıp götüremeyeceği.
İstediğim zaman kendisiyle konuşabileceğim
Bize her şeyden daha yakın olan
Eğer aşık olursan başka kimseye muhtaç olmayacağın
 
Ve bir karar verir.
İkisini birden sevemem, insan nasıl olurda Leyla'sız yaşar?
Türbe hocası, peki kırık kalbini nereye götürüyorsun diye sorduğunda;
Yalnızlık vadisine; neyneva çölüne
meleklerin kerbela dediğini söylediğin yere..
Yalnızlık ve esaretin çağresi var,
Fakat.... sevgilinin hasreti..
 
 
Bu dizeler, bu muhteşem sahneler İran yapımı bu filme bir kez daha hayranlık duymama sebep olur.
Çok fazla spoiler verdim ama tutamadım kendimi, gerçekten.
O kadar güzel ve muhteşem bir film ki, tek solukta izliyorsunuz.
Teraviden sonra sahur arasında mesela..
 
Mecazi aşkın sonunun ruhani aşka dönüştüğü sahneleri hissetmek mühim bir mevzu.
Bu filmde bu duyguyu çok yoğun hissedebiliyorsunuz.
Yani, muhakkak izlenmesi gereken bir film :)
 
 

18 Temmuz 2014 Cuma

Duygularla Yaşamak

Bazen bazı duygularımı birilerinin alıp götürdüğünü,
Ya da bir daha karşılaşmak istemediğim yerlerde unuttuğumu düşünüyorum.
Her şeye sevinebilen biri olarak her şeye üzülemediğimi fark ediyorum
Annem, sende ki şu rahatlık bende de olsaydı keşke derken sanırım bundan bahsediyormuş.
Her şeye üzülmediğim gibi üzüldüğüm şeylerde de üzüldüğümü belli etmem çünkü.
Üzüntümü paylaşmayı istediğim, beni anlayacağına inandığım insanların bilmesini isterim sadece
Ben böyleyim, oh ne güzelim diyemiyorum.
Bazen çok mu duygusuz görünüyorsun diyorum kendime



Birilerinin ayağının her taşa takıldığında suratını asıp yanım da oturması rahatsız ediyor
Yada başı dara düşünce ah ben öleydim vah ben şöyle yapaydım demesi gerçekten enerjiyi yıkıp götürüyor.
İnsanların içlerine girmeye çalışsak herkesin öyle türlü türlü derdi var ki,
Hatta daha doğrusu imtihanı
Bilemiyoruz o yüzden
Hangimizin imtihanı diğerine göre daha büyük
Herkesin derdi kendine de demiyoruz
Ayrıca yok yani, gerçekten pespembe bir dünya da yaşamıyoruz.
Biraz gerçekçi olmak bize bir şey kaybettirmez

Bu düşüncelerim üzüntüsünü yaşayan yaşamakla kalmayıp etrafına yaşatmaya ve tüm ruhi enerjiyi alıp götürmeye çalışan bir arkadaşın varlığıyla tekrar alevlendi.
Eve gidince aklıma getirmemeye unutmaya çalışsam da, annem günün nasıl geçti diye sorduğunda tepem de tekrar pireler uçuşuveriyor.....

Ben mi duygusuzum, duygu eksikliğim mi var.. yoksa bazı insanlar gerçekten duygularını abartarak mı yaşıyor, hala ama hala anlamış değilim..



16 Temmuz 2014 Çarşamba

Hayat Çok Garip

Dört kız evlada sahip olan bir baba erkek evlat istediği için tekrar evlenir.
İkinci defa evlendiği eşinden doğan ilk çocuk erkektir.
Lâkin bu durumu kıskançlıkla sonlandıran üvey annenin, henüz üç aylık olan bebeğin yüzüne kimyasal bir madde atması sonucu minik bebeğin gözleri görmez olur.
Dahası, vefat eden babanın ardından, henüz iki yaşında olan bebeğin öz annesi tekrar evlenebilmek için bebeğini diri diri toprağa gömmek ister.
Bebek köylüler tarafından kurtarılıp, halasına teslim edilir.
Ve bu bebek 9 yaşında hafız olur.

Ne acı bir hikâye değil mi.

Kani Karaca'yı dinlemeyi severim. Dinlemeyi sevdiğim birinin hayatı hakkında bilgi edinmek istediğimde öğrendiklerim böyleydi.
Ne kadar hüzünlü başlasa da sonrasında Hafız olmak, bir çok kişi tarafından tanınmak
Ve bir çok kişinin hayranlıkla dinlediği bir isim olmak hüznün mükâfatı gibi duruyor.



Çok severim bu ilahiyi, özellikle de çok sevdiğim Kani Karaca'nın sesinden dinlemeyi..


15 Temmuz 2014 Salı

Münib Engin Noyan

Ya Mukaddim! Sen her şeyi varlığından önce takdir edersin.
Sen her işin başını ortasını ve sonunu bilirsin.
Ben sevdiklerimi sen var ettikten sonra sevdim.
Sen ise sevdiklerimi benden önce sevdin ve sevdiğin için var ettin.
Ben kendimi sen var ettikten sonra bildim.
Sen ise beni var olmamdan önce bilirdin.
Uğradığım her yerde zaten sen vardın.
Sensin Mukaddim, dilediğini öne alır dilediğini sona bırakırsın.
Önce yaptıklarımı sonra yapacaklarımı bağışla, başka ilah yok, ancak sensin Allahım.
(M.E.NOYAN)
 
 
Bir arkadaş, Münib Engin Noyan'ın Esmaül Hüsna'sından alarak yazmış.
Ben de arkadaş da gördükten sonra paylaşmak, hatta o kadar güzel ki bir yerlere not edip okumak istedim.
 
Peki bu alıntı Münib Engin Noyan'ın adını görür görmez bana neyi hatırlattı dersiniz.
Bloguma sıklıkla düşen, ''Münib Engin Noyan nereli?'' sorusunu.
 
Wikipedi gibi bir çok güzel kaynak varken neden benim bloğum? diyor insan, cidden.
Google'ı da Ramazan etkiledi galiba :)
 
Madem soru geldi, cevaplayayım.
Münib Engin Noyan'ın 1953 İstanbul doğumlu, lâkin Arnavut kökenli olduğu bilgisi mevcut.
Ayrıca liseyi İstanbul Alman Lisesi’nde okuduğunu ve kendisi hakkında merak edilenleri buraya tıklayarak öğrenebilirsiniz.
 
 
 
 

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Ozpack

Okul hayatım defter kitabı elimde taşımakla geçti desem yanlış söylemiş olmam. 
Çantam ağırlaşacağı için sevmezdim kitaplarımı koymayı ve genelde defter boy çanta taşımazdım.
Biraz da dağınık bir öğrenci olduğumdan defterimi yanlışlıkla ters tutsam içinde ki tüm notlarım dökülürdü. 
Sonra otobüse bindiysem ve oturacak yer yoksa vay hâlimeydi 
Bu durum okul bitene kadar ve hatta bittikten sonra da değişmedi. 


Şimdi gelelim esas mevzuya... 
Geçenlerde emilianata blogunun ozpack çekilişine katılmıştım, kazanmışım 
Çok mutlu oldum ama bir yandan da dedim ki, bizim zamanımız da neredeydin Ozpaackkkk 
Biz de niye yoktu :)
Tüm okul hayatının cefasını biz çekerken sefasını neden yeni nesil sürecekti
ya da vardı, vardı da niye bizim haberimiz yoktu :(
Hayır o değil defteri kitabı çantaya koymaktansa bu şirin Ozpacki taşımak çok daha keyifliyken 
Biz bu zevkten niye mahrum kalmışız. 


Bu sorular şöyle bir dursun...
Gecikmeli de olsa tanışmış olduk Ozpack'le, ben mutlu inşallah artık oda mutlu :)

Bir de çekilişte kazanılan ozpack modelini kendimiz seçiyorduk.
Coffee'li Ozpack çekiliş de belirlenen ürünlerden değilmiş meğer.
Ben ilk tercihimde coffee'li olanı söyleyince Emilianata hanım ve Ozpack bir incelik gösterip Coffee'li olanı göndererek beni iki kere mutlu etmiş oldular.
Ayrıca tekrar teşekkür etmek istedim :))




Herkese Selam

Önceden fotoğraflar biriktirir, taslaklar oluşturur en çok da yazıp silmek, bazen kendime saklamak, bazen anı oluşturmak istediğimde blog sa...